"Bölüm 8: Kanatları kırık ruhuma masallar anlatıyorum."

237 31 68
                                    

Hare'den

Zamanın ve mekanın yıprattığını düşündüğüm, ellerim arasında kirlenmiş bu defter; bugüne kadar taşıdığım en ağır yüktü sanki. Öylesine okuduğum her satır içimde kanayan yaralara tuz basıyor, nefesim ciğerlerime yetersiz kalıyordu. Yenilecek yutulayacak cinsten şeyler değildi bunlar.

Kanlı ellerimle duvarlara tutuna ayağa kalktım. Yürüdüğüm alan az önce yaşanan müharebenin bir göstergesiydi sadece. Kanı takip edip kulübenin dışına çıktım. Yürüyecek ne gücüm ne de takatimin olmamasından dolayı bir iki adım atamadan tahtaları soyulmuş duvara yaslanarak oturdum. Sarı otların ezilerek bir yol oluştuğu kısma çarpan gözlerimde az önce ki sahneler tekrar hayat bulmuş aklımda yeniden canlanır olmuştu. Bazen aklımı kaybetmek istiyordum. Belki de çoktan kaybetmişimdir, diyorum kendime sonra. Belki kaybetmişimdir de tekrar sahip olmak istememin isyanıdır bu.

O küçük şey ellerim arasından kayıp gitmiş bir yerlere kaçmış ya da beni izliyordu bilmiyorum. Yaptıklarım eski bana göre aptallıktı, hayatını riske atacak ölüm için can atan birinin yaptıklarından farksızdı yaptıklarım. Ama tam tersi yaşamak isteyen birinin boşlukları doldurma çabasıydı benim için. Hayatım her türlü risk çemberinde çalkalanıp duruyordu ne tarafa doğru savrulduğumun ne önemi vardı?

"Hare!" Boğuk bir kaç ses kulak zarımda buğulanıyor anlamama mani oluyordu. Sanırım ismim söyleniyordu, tepki veremeyek kadar yorgun bünyemi zorlama zahmetine girmedim. Bir kaç adım sesinden sonra sesler berraklaştı. Donuk bakışlarım tehlike var mı diye etrafı süzmek için kalktığında adım seslerinin sahibinin Atlas'tan başkası olmadığını gördüm. Yine düşünceli bakıyordu. Bu çocuk ne çok düşünüyordu yahu? Yorulmuyor muydu?

Sert kendinden emin tavrıyla bir kaç adımda yanımda bitti. Elimdekinin ne olduğunu, ellerimin neden kanlı olduğunu bile sormadan defteri kapatıp kenara bıraktı.

"Ölmeye ne kadar meraklısın? Nerede senin umut olma zırvalıkların?"

"Belki... Sen olmaya karar vermişimdir. Rolünü düzgün oynamıyorsun."

"Oyunculuk becerilerini buranın dışarısında göstermeni isterim Hare. Burası senin sahnen değil ve bizlerde senin oyuncuların. Çocukça davranmayı bırak."

"Çocukça ha!" Sinirle ayağa kalktım. "O gün o meseleyi kapatmasaydınız tek başıma gelmezdim. İyi ki kapattınız ve buradayım. Görüyor musun?" Ellerimi gösterdim demir ipin kesikler açtığı ellerimi.

"Sence hangi çocuk oyunu bu? Hoş, ben çocuk oyunu bilmem de... Çocuk olmayı bilmiyorum oyunlarını nereden bilebilirim?" Yılların öfkesini bir anda Atlas'a kustuğumda beni şaşırtacak derecede şaşkınca bakıyordu. Ötesine gitmemek için susup kafamı başka bir yöne çektim. Anlık sinire gelip boşluğa bırakmıştım kendimi. Bu da beni sinirlendiriyordu, kontrolsüz hareket etmemin ucu hep bir yerden dokunurdu. 

"Hare!" Samanların diğer ucundan iki gözü iki çeşme olan Ceren adımı öyle hyakırmıştı ki birkaç karga memnuniyetsizce gaklayıp uçup gitmişlerdi. Hızla koşup önümde durdurduğunda bana sarılmasını beklerken canımı yakmasa da oldukça sert bir tokat geçirmişti yanağıma. Ağzımdan şaşkınlığın verdiği homurtular dökülürken elim istemsiz yanağıma gitmişti. "Neden sürekli kendini tehlikeye atıyorsun? Sana bir şey olsa," hıçkırdı ve devamını getiremedi. Tokadın etkisiyle transa girmiştim bundan sebep tek kelime edemiyordum. "Ellerin niye kanlı?" Ellerimi tutup sarstı. "Ellerin niye kanlı Hare?"

Ellerimi hızla ondan çektim. "Bana nasıl tokat atarsın?" Sesimin keskinliği ve sakinliği karşısında afallamış bir adım geri çekilmişti.

"B-ben, şey, çok öfkeliydim."

YAŞAMAK İÇİN SAAT 25:01Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin