"Bölüm 9: Yıldızlara asılı salıncaklar, ne güzeller değil mi?"

269 31 80
                                    


Akif'in çevirdiği son cümle havada asılı kalmıştı. Çünkü herkes transa girmiş gibiydi. Ne söz ediyor ne kıpırdıyorduk. Ben olanların bir kısmını sindirdiğimden onlardan daha soğukkanlıydım fakat onları toplamak düşündüğüm kadar kolay olmayacaktu. Akif'in nefes alışverişleri hızlandığında olanların onun için daha ağır olacağını düşünmememiş olmamama lanetler ettim. Erkekler için olan odaya girdiğimde hemen çekmecenin üzerinde duran kutuyu aldım ve geri koşup Akif'in eline tutuşturdum.  Nefesi içine çekip bir süre durdu, sonra rahatlayarak nefesini verdi. O saniyeye kadar onunla nefesimi tuttuğunu farketmemiştim bile.

"Nasıl bu kadar kötü olabilirler?" Bu kısık cılız ses Ceren'indi. Ceren güçsüz değildi sadece hassastı, çabuk etkileniyordu olaylardan o kadar. Bunun nedeni büyük ihtimalle büyütülme şekliydi. "Neden bunlar bizim başımıza geldi? Neden biz!"

"Dayanamıyorum!" Ali'nin aniden önünde ki masaya vurmasıyla bıraktığım tabak yere düşmüştü. Sinirle ayağa kalktı onu ilk defa bu kadar farklı görüyordum. Ağır abi tavırlarında takılan birinin bir anda patlaması tuhafıma gitmişti. "Ulan her gün bir ceset gömüyoruz! Her delikten bir bok çıkıyor!!" Odanın içinde volta atıyordu.  "Ne zaman bitecek bunlar!" Yavaşça ayağa kalkıp onu durdurdum.

"Ali! Toparlan. Kes şunu. Zaten her şey yeterince ağır. Tek başıma toplayamam."

"Hare... Yoruldum diyorum. Yoruldum. Tüm bunlardan bıktım. Çıkış yolu yok artık."

"Her başımıza gelende bunu düşünmedik mi? Ama bulduk bir yolunu. Yine bulacağız."

"Bulmadık Hare. Her seferinde başa döndük." Yutkunarak yüzüne baktım. Doğruyu söylüyordu. Tekrar başa dönmüştük ta en başa. Yine de bu, bunlara boyun eğeceğimiz anlamına gelmiyordu. Cevap vermediğmni gördüğünde kolumda ki elinden kurtuldu. "Ben hava alacağım biraz." Ve çıktı gitti kapıdan. Aklıma o çocuk geldiğinde koşarak okumu alıp Ali'nin peşinden koştum. Başına bir şey gelebilirdi.

"Ali!"

"Efendim Hare!"

"Bekle beni." Bir şey demeyip bekledi. Koşmayı bırakıp seri adımlarla yanına ulaştım. "Yalnız çıkman tehlikeli. Hele de o çocuk ortadayken."

"Çocukla karşılaştın mı!" Şaşkın sesine karşın kafamı saklamakla yetindim.

"Karşılaştım... Ellerimde ki kanlar... On aitti."

"Öldü mü?"

"Hayır, öldüremedim. Taşı iki kere daha kafasına geçirsem ölürdü fakat yapamadım. O, onlar gibi değildi. Çocuktu." Rahatsızca yerimde kıpırdandım. Yapamazdım bunu, gözlerimin önüne kendi çocukluğum gelmişti. "Fakat dikkatli olmalıyız. O, gerçekten tehlikeli."

"Benden hiç korktun mu?" Aniden sorduğu soruyla duraksadım. Neden sormuştu ki?

"Neden korkayım?"

"Yüzümde ki yaralar-"

"Gerçekten o yaralar yüzünden korkutucu olduğunu düşünüyor musun? Afedersin ama aptalsın." Uzayan Perçemlerimi kenarı alıp alnının üzerinde ki yarayı gösterdim.  "Seni eğitimde ilk gördüğümde cesaretine hayran kalmıştım. Ben şu yarayı göstermemek için hep perçem kestirdim. Senin o halini gördükten sonra da bir daha kestirmedim. Çünkü kusur değil bu.  Dövüşmeyi öğrenirken oluşan bir yara. Çalışmamın göstergesi."

"Bende senin gibi çalışırken kazansaydım koymazdı Hare." Sorarcasına ona baktım. "Sırrımı saklayacağına inanıyorum. Uzun konuşmalar yapamam. Küçükken annemin çalıştığı bir villa vardı. Onu dinlemeyip evi dolaşmaya çıkmıştım. Sonra evin hanımının eşini aldattığını gördüm. Geri giderken  mücevher kutusunu devirdim. Kadın gelip vurdu tabii. Sonra yere düştüm camların üzerine. Hastanede kaldım uzun bir süre. Eşine anlatmamam için mücevherlerin hepsini verdi.  Bunun bir hayır işi diye annemlere yedirmişti çoktan. Zaten yaptıklarının ne olduğunu öğrendiğim yaşlara gelince adamcağız karısının onu aldattığını öğrenmişti. Yüzümde ki yaralar yüzünden hep alay konusu oldum. Parkta, okulda, bazen bir mağazada.  Parmakla yüzümü gösterirlerdi."

YAŞAMAK İÇİN SAAT 25:01Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin