Direniş - Yirmi Üçüncü Bölüm / Katil

3.9K 274 50
                                    

Eğer korkuyorsanız ve vücudunuz buz kesmiş, kaslarınız yerinden oynamıyorsa birilerini kurtarmak şüphesiz dünyanın en zor işidir.

Ama ben takımın lideriydim, bu benim sorumluluğumdu.

Birkaç saniyelik şoktan kurtulabildiğimde savaş uçaklarının yön değiştirip kaldığımız fabrikaya doğru ilerlediğini görüyorum. Boğazımda oluşan yumruyu yutkunamadan soğuk parmaklarımla herkesi banyonun tam karşısında, koridorun sonundaki odaya yönlendiriyorum. O oda kullanılmayan bir depo, ama zemininde yeraltı sığınağına açılan bir kapak var.

"Hiçbir şey almayın," Nefes nefeseyim. Endişe bedenimi sarmalamış durumda ve bir daha bırakacağa benzemiyor da. "Odanın zeminindeki metal kapağı açın, anahtarı bende var. Şu anda kilitli değil. Orada annemin depoladığı bir yıllık gıda ve su var. Silah ve kıyafet de. Birkaç dakikaya burayı da bombalarlar. Ben en önemli üç silahı alıp geliyorum."

Herkesi yönettikten sonra kalbimin yerinden çıkacak olması hissine engel olamadan koşuyorum. Rhys arkamdan gelmeye çalışıyor ama onu reddediyorum. Parmak boğumlarım karıncalanıyor, nefes almak göğüs kafesime tonlarca ağırlık yüklemekten farksız. Bombalanan yerde benim kovduğum insanların olduğunu adım gibi biliyorum. Ve eğer ölürlerse tek suçlunun ben olacağını da.

Antrenman odasında yerde duran üç Roxie üretimi silahı kayışlarından sırtıma asıyorum ve zaman kaybetmemeye çalışıyorum. Damağım kurumuş. Odaya doğru çevik ve süratli yol alırken aklıma iyileştiriciler geliyor.

Aşağıdaki sığınak önceden fabrikayken yeraltında da çalışılması için kullanılıyormuş ama annem oraya bir sığınak yaratmıştı. Ve oraya koyduklarımız arasında bu haberimizin olmadığı iyileştiriciler elbette yoktu. Onlara şüphesiz ihtiyacımız olacaktı. Bu kadar fedakarlığı yapabilmişken onları almayıp içeri girmemem olmazdı.

Silahları sığınağın hâlâ açık üst kapağına fırlatıp kızıl saçlarımı savurarak geri dönüyorum. Bacaklarım yine annemi kaybettiğim gündeki gibi laktik asitten yanıyor. Aldığım her nefesin ciğerlerime milyonlarca iğne gibi saplandığını hissedebiliyorum. Midemden yukarı bir asit yükseliyor ve gırtlağımı tahriş edip geri iniyor. Öksürüyorum. Koridora vardığımda iyileştiricileri öylece giriş kapısının kenarına yığdımızı anımsıyorum.

Elimi çabuk tutmalıyım, bildiğim tek şey bu.

Terden sırılsıklam, yorgunluktan harap ve endişeden dört köşe de olsam ben Kelsey Heast'im ve direnmeyi annemden öğrendim.

Giriş kapısına doğru giden her adımımda biraz daha kendimi cesaretlendiriyorum. Belki de şu an her şeyi silip kahramanlık yapmam için gereken biraz daha cesaret.

Ah, zaten her şeyi silip kahramanlık yapıyorum.

Parmak boğumlarımın ağrısını hissedince ne kadar uzun süredir ellerimi sıktığımı hatırlamadığım aklıma geliyor. Dolaşımım tamamiyle bir düzenden çıkmış statüde. Girişteki siyah torbayı görüyorum.

İyileştiriciler ve Roxie belgeleri onun içinde.

Hızlı davranıp torbayı yükleniyorum ve bomba sesleri yaklaşırken geri koridora dönebiliyorum. Ama birkaç saniyeye bu fabrikanın yerle bir olacağından şüphem yok.

Annem ile anılarımız da mı gidecek?

Hayır, ağlamamalıyım. Gözlerime yaşlar doluyor ama engellemenin bir yolunu bulabilirim. "İkinci bir acı, ilkini unutturur." derler. Ben de bu yüzden yapabildiğim kadar sert bir biçimde kendi dudağımı dişliyorum. Kanın metalik tadı ağzımda yer edinirken vücuduma yayılan acı dalgası ne yazık ki annemin tüm hatıralarının kaybolacağını bana unutturmuyor.

Sığınağın kapaklı girişine geldiğimde torbayı tabiri caizse içine fırlatıyorum ve ardından kendi bitkin bedenimi o küçük delikten serbest bırakıyorum. Rahat davranmamı, aşağıda beni bekleyen mindere borçluyum.

Bedenim mindere düştüğünde aklıma kolye olarak tuttuğum anahtar geliyor ve çabucak kolyeyi çıkarıp en yakınımdaki Rhys'e veriyorum. O da kapağı kapatıp kilitliyor ve o andan sonra yalnızız.

Venus, Cory, Cecille, Krista ve Tate uzaklarda.

Biz ise iki yeni üye ile sığınıp direniyoruz.

Ama bu direnmek sayılır mı? Saklanarak direnebilir miyim? Yoksa kaçıyor muyum?

Tanrı aşkına... Eğer bir gün hamile kalabilecek kadar özgür bir ortamım olursa, çocuklarımı kesinlikle o huzurlu ortamda yetiştirmeliyim.

Peki o ortamı bulsam bile, çocuklarımın babası kim olacak?

Sanki aklımı okumuş gibi bakışlarımız Rhys ile buluştuğunda kalbimin sadece aksiyondan bu kadar hızlı atmadığını biliyorum.

* * *

Ağzımdaki metalik tat ve keskin kokunun birleşimi, terimle bütünleşince midemi bulandırıyor. Boylu boyunca uzandığım bodrum katın yatak odalarından herhangi birinin yatağında uyanıyorum. İçeriden birkaç endişeli ses geliyor.

Çok zaman kaybetmeden uzandığım yerden doğruluyorum ve bodrum kat sığınağının girişindeki topluluğu görüyorum.

Aralarında Venus, Cory, Tate ve Cecille de var.

Onların nasıl geldiğine hayret ediyorum ve öksürüyorum. Hepsinin bakışları bana kilitlenmiş.

"Siz... Nasıl geldiniz? Yaşıyorsunuz!" Bakışlarım Cory'den kaçıyor ama onunkiler benimkileri kıstırmaya çalışıyor gibi. Vücuduma yayılan ürpertiyi ve garip dürtüyü engelleyemiyorum.

Venus ise bana doğru sert mizacıyla yürüyüp tükürür gibi konuşuyor.

"Sen... Senin aptal otoriten yüzünden ölebilirdik!" Ve arkasından sıktığı dişlerinin arasından beni tam on ikiden vuran sözleri çıkıyor. "Krista öldü. Ve katili sensin, Kızıl!"

DirenişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin