Direniş - Otuz Birinci Bölüm / Camların Ardındaki Bedenler

2.7K 214 88
                                    

Fedakarlıklar, insanın hayatında büyük bir etki yaratabiliyor; alışagelinen olayları yok edip kaçınılanları başa getirebiliyordu.

Kimileri fedakarlığın aptallık olduğunu düşünürdü. Bir başka şey için birçok şeyden vazgeçmek ne kadar akıl işiydi, anlamlandıramazlardı. Bense, bu soruyu kendime her sorduğumda aynı yanıtı alıyordum ve biliyordum ki, bu durum hiç değişmeyecekti. Fedakarlık, aptallık değildi; tek bir şey uğruna her şeyini feda edebilen insan, o tek bir şeyi fazla önemserdi, fazla severdi ve dünya üzerinde fazlası zararlı olmayan tek bir şey varsa, o da sevgiydi. Bu sebeple fedakarlığın aptallık olduğunu düşünmüyordum; sevmek cesaret gerektirirdi bana göre. Vazgeçilmezler uğruna yapılan fedakarlıklar, hiçbir zaman aptallık değildi; aksine cesaretti. Bu yüzden insanların aptal olduğumu düşünmesi ihtimaline rağmen ben; gayem uğruna hislerimi feda ettim. Kalbime kördüğümle sarılmış Cory'e olan aşkımı ve Rhys'e olan bağlılığımı, ikilemler ve gel-gitlerimi bir köşeye bıraktım. Hatta çöpe attım; çünkü dünyanın işgalcilerinden arınması gerekiyorsa bunları feda etmem gerekiyordu.

İşte bu çok zordu, gözlerimin içine hala aynı tutkuyla bakan bir yüzsüz vardı ve ben onun esaretinden bir türlü çıkamıyordum; tüm benliğimle onun buyruğu altına girmiştim. İkimizi düşündüm. Ateş ve barut ikilisi değildik biz; hiçbir zaman da olamamıştık. Biz en başından beri ateş ve kağıttık. Ateş, kağıdı yakmıştı ve kağıt artık küllerden ibaretti. Buna rağmen o küller, hala ateşe muhtaçtı.

İşte Cory bana o pis sırıtışla, "Selam, Domates Kafa." dedikten sonra tam da bunlar üzerine kafa patlatıyordum. Onun gri gözlerinde tutsaklığımı yaşarken bu düşünceler içerisinde boğulmam, konuşmamı engelliyordu.

Cory konuşunca düşüncelerimden sıyrılmaya çalışıyorum, ama yapamıyorum. Yine de kendimde konuşabilecek gücü bulabiliyorum; buna şükretmeliyim.

"Bana öylece bakmaya devam mı, yoksa konuşacak mısın, Kells?" Sırıtıyor, belki de gördüğüm ve göreceğim en güzel gülümseme. Bunu defalarca kez tekrar etmekten vazgeçmeyeceğimi söylemek isterdim ama hislerimi feda edip bir okyanusta boğduktan sonra Cory ve Rhys konusunda hiçbir şey için hiçbğir garanti veremiyordum.

"Ü-üzgünüm," diyorum kendimi toparlamaya çalışarak. "Sadece dalmışım, bilirsin..."

Anlam yüklü bakışlarının hedefi oluyorum, bana "Tabii ya, gözlerimde nasıl kaybolduğunu bilirim." der gibi bkıyor. Yerin altına girmeyi yeğleyeceğimi düşünüyorum.

Bakışlarını dillendirmesine müsaade edemem, bu yüzden söze atılıyorum. Ona karşı gardımı almış durumdayım. Bu sefer güçlü olacağım, bu sefer Cory'nin açtığı yaranın kanamasına izin vermeyeceğim.

"Transformasyon Merkezi ile ilgili kafam allak bullak," Derin bir nefes vermemin eşliğinde, kestiğimden ötürü artık kısa olan kızıl saçlarımı başımın gerisine ittiriyorum.

"Anlıyorum," diyor ama ses tonunu ne kadar zorlasa da inanmış gibi ayarlayamıyor. Genellikle onun iyi bir oyuncu olduğunu düşünürdüm ama şu anda bu yargımı boşa çıkarıyor. "Seninle Merkez'e gelmemi ister misin?"

"Bilmem," dediğimde boğazım düğümleniyor. Bu kez güçlü olacağıma söz vermiştim, bu kez farklı olacaktı ama hayat her zamanki gibi beni zayıf noktamdan vuruyor. "Belki Roxielere bomba atmak senin için daha iyi olabilir?"

"Belki..." diyor, arkasından omuz silkiyor. "Ama ne var biliyor musun? Canım Transformasyon Merkezi'ne gelmek istiyor."

Gülümsüyorum.


3 HAFTA SONRA

Midem artık çığlık çığlığa. Uzun süredir içine doğru dürüst besin girmiyor. Erzaklarımız tükendi, sadece suyumuz var. Duvara asılan takvime bakınca, tamı tamına dört gündür sadece su içip günlük iki bisküvi yediğimi anlıyorum. Bisküviler de bayat; tatsız ve kesinlikle doyurucu nitelik taşımayan türden. Şu savaşı başlattıktan sonra ilk işimiz erzak aramak olacak; Roxielerle çalışan insan komisyonu için üretilen besinler ve beslenen hayvanların etinden birkaç parça alsak bile bizim için bir ziyafet olacak.

DirenişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin