Direniş - Onuncu Bölüm / Bizim Dünyamız

4.9K 328 38
                                    

Başlarımız birbirimizi bulmuş halde Cory ve ben uyurken, günışığının küçük pencereden girmesiyle uyanıyorum.

"Şşh," diyorum Cory'nin omzundan dürtükleyerek. "Kalk hadi."

Gözlerini kırpıştırarak açıyor, bir iki esniyor, sonra dönüp konuşuyor. "Pekala," Gerinirken kol kaslarının şişini görebiliyorum.

"Bugün krep yapacağız."

"İkimiz mi?" Kendini işaret edip bir kahkaha atıyor. Ben de saçlarımı toplarken başımla onaylıyorum.

"Bugün yemek sende, sadece ben yardımcı olacağım."

"Bok." diyor ve ayağa kalkıyor. "Dün için..." Yüz ifadesi ciddileşiyor. "Teşekkür ederim, Kızıl."

"Ben teşekkür ederim," İkimiz de buruk bir şekilde gülümsedikten sonra mutfağa gidiyoruz.

"Saat kaç ya?" diyor bir kez daha esnerken.

"Güneş yeni doğmuş." diyorum. "Sabah onlara o pozisyonda yakalanırsak, Venus seni bir güzel becerir, erken kalkmakla iyi yaptık."

Gülümsüyor. "Haklısın." Gerçekten güzel gülümsüyor.

O esnada yumurtaları çıkarıp tavaya kırmak üzere hazırlıyorum.

"Haydi, iş başına!"

Yumurtaları Cory'nin eline verip plastik kap alıyorum ve o yumurtaları kırarken ben de bir kutu sütü kaba boşaltıyorum.

"Şuradan çırpma aletini versene," diyorum sütü çöpe atarken. O da gidip uzanıyor ve aleti bana veriyor. Ben süt ve yumurtayı çırpmaya başlıyorum, o esnada da Cory un dolu çuvalla yanıma geliyor. "İçinden biraz dök," diyorum ve o da unu boşaltıyor. Unu boşaltırken yarısını üzerime dökünce sinirleniyorum ve çırpıcıyı kapta bırakıp bir avuç unu Cory'nin suratına fırlatıyorum.

Kahkahalar atıyorum.

Lakin Cory henüz beyaz bayrak kaldırmış değil. O da üzerime un fırlatmaya başlayınca un savaşımız başlıyor.

Art arda sürekli birbirimize un atıyoruz. İkimiz de kahkahalara boğulurken sonunda "Dur," demeyi becerebiliyorum. "Şu krebi halledelim."

Arkasından üzerimizi silkeleyerek krebin karışımını hazırlıyoruz ve tavaya atıp pişirmeye başlıyoruz.

"Süpürgeyi al gel, sen süpüreceksin." diyorum sırıtırken.

"Yaa," diyor. "Aynen aynen."

"Bugün yemek sendeydi hatırlıyorsan, ben sana yardım ettim, sen de şimdi burayı temizleyeceksin." diyorum.

"Oof," Kaşlarını çatıyor. "Pekala."

Ben krebi tabaklara doldururken o çoktan yerleri temizlemeye başlamış oluyor.

* * *

Masada büyük bir sessizlik var. Rhys, Cory'e en ufak bir bakış bile atmıyor. Ortamın gerginliğini kafasını çalıştıran herkes sezebilir ama Cecille, sezemiyor.

"Hey, bu krep harika olmuş!" Ellerini iki yana kaldırıyor. Hepimiz ona iğneleyici bakışlar attığımızda bile anlamıyor, ya da anlamamazlıktan geliyor. "Pekala," diyor. "Çok gerginsiniz ve tek yapmaya çalıştığım şey ortamı neşelendirmek. İçimi delen bakışlar atmanıza gerek yok."

Sandalyeyi büyük bir gıcırtıyla ittirip ayağa kalkıyor. Sonrasında arkasını dönüp odasına yol alıyor.

"Bakın," diyorum. "Geçmişte herkes pişman olacağı şeyler yapmış, yaşamış olabilir ama şimdi geçmişe dair şeyleri sorgulayabileceğimiz bir durumda değiliz. Sadece on iki kişiyiz. Ve birbirimize destek olmak zorundayız. "

"Haklısın," diyor Ares nefes vererek. "Ama yaşadıklarım aklıma gelince..."

"Onlar seni öldürmediyse, daha güçlü biri yapmıştır," diyor Theodora. "Savaşman gereken anılar değil," İşaret parmağıyla gökyüzünü işaret ediyor. "Oradan gelenler, ve gelecekler. Chelenoelerin gelmesine çok az kaldı, ve yanlarında başka bir tür daha getireceklermiş. Böylece üç türe karşı on üç insanız, inanırsak yapabiliriz belki, ama anılarla savaşmak için en uygunsuz andayız Rhys."

"Bir saniye," diyorum. "Chelenoelerden başka bir tür de mi geliyor? Hayır, benim bildiğim beş tür var: Roxie, Chelenoe, Selećtra, Tsi-Han-Gae-Yun ve Quednetsa. İkinci zaten geliyor , üçüncü de mi gelecek?"

"Evet," diyor Theodora. "Chelenoeler yanlarında bir Tsi-Han-Gae-Yun kabilesiyle gelecek. Şimdilik az sayıda yerleşim olacak ama Tsi-Han-Gae-Yunlar burayı beğenirse, halkın yarısı yerleşecek."

Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallıyorum. "Tsi-Han-Gae-Yun halkı en dişlileri, onlarla mücadele edemeyiz. Onların kendilerine özel mühürleri var ve... Teknolojikten çok mistik ve savaşçı bir toplum, etimizi çiğ çiğ yerler. Onlardan bir tanesini koca ekranda görmüştüm, en büyük kabileleri Hanaverhe'nin reisi Rsheuw'u. Cildi yılan derisi gibi pullarla kaplıydı, gözleri kulaklarının üstünde ikişer tane var ve burunları yok. Yüzlerindeki tek şey ağızları ve içinde bulunan dişler inanılmaz keskin. Tamamen savaşçılar."

"Onların tamamen yerleşmesine engel olmalıyız," diyor Johan.

"Gelen kabile hangisi?" diyor Krista.

" Eherwael," diye yanıtlıyor Theodora.

"Eherwaeller biraz daha teknolojik, yani kabilelerin en teknolojiği o, belki onlarla mücadele Roxielerle olandan daha zor olabilir ama Tsi-Han-Gae-Yunlardan en basiti onlar. Yine de yanlarında başka kabile getirmeyecekleri anlamına gelmez." Bu Laressa.

"O halde hemen bir plan yapmalıyız," diyor Tate. "Kesinlikle bir plana ihtiyacımız var."

"On iki kişi, bir milyonluk nüfusa karşı savaşıp, diğer iki türün gelmesine engel olamaz ki," diyor Josh.

Gözlerimi ileri sertçe dikiyorum. "Yüz kişi, altı milyar kişiyi savaşıp öldürttüyse, on üç kişi de bir milyonu yenebilir." diyorum. "Ve yapacağız da. Tsi-Han-Gae-Yunlar, Chelenoeler, Roxieler... Hepsini öldürüp kendi dünyamızı yeniden elde edeceğiz. Bu bizim dünyamız."

Herkes bir ağızdan konuşuyor.

"Bu bizim dünyamız."

DirenişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin