Direniş - Yirmi İkinci Bölüm / Bombardıman

4.6K 296 54
                                    





Ertesi gün uyandığımda ilk iş dün yaşadıklarımın gerçek ya da soyut olduğunu yoklamaktı. Bu yüzden evdeki kimseye çaktırmadan Cory ile Venus'un odalarına teker teker gittim, içeride gördüğüm uyuyan babamın ve ağabeyimin görüntüsü bunun gerçekliğini kanıtlamıştı.

Her ne kadar içimde biraz sevinç kırıntıları olsa da, Venus, Cory, Tate, Krista ve Cecille hem akli hem de fiziki yönden iyi bir savaşçıydı, fakat tek başlarına yapıp yapamayacakları belli değildi.

Ve bir sorun vardı, Roxielerde bizim adresimiz vardı. Ama neden hala öldürülmediğimizi merak ediyordum gayet normal olarak.

Yüzümü yıkayıp üzerime eşofmanlarımı geçirdikten sonra mutfağa doğru yürüyorum. Kaselere mısır gevrekleri ile süt doldurduktan sonra arkamdan gelen sesin ağabeyime ait olduğunu anlıyorum.

"Kelsey."

"Burada bana pek Kelsey demezler," diyorum yüzümü ona dönmeden. "Kızıl."

"Pek orijinal bir lakapmış." Arkamdan gözlerini devirdiğini oldukça rahat hissedebiliyorum.

Bir cevap vermeyerek salondaki geniş masaya kaseleri taşıyorum. Ağabeyim de arkamdan kaseleri taşıyor, ortalığa büyük bir sessizlik hakim. Ta ki salona Abbadon girene kadar.

"Günaydın," Çekingen bir tavırla yanımıza geliyor, asıl çekindiği ben değil, ağabeyim. Onun yüzüne dahi bakamayacak kadar utangaç.

"Sana da Abba." Bense onu az olsun rahatlatmak için gayet rahat bir sesle konuşup genç kıza sarılıyorum. Utangaç bakışları ağabeyime yöneliyor, başka insanların olduğunu hazmetmesi elbette ki güç. Aynı şekilde ben de. Kendi ağabeyimle göz teması kurmaktan dahi çekiniyorum.

"Kelsey, veya Kızıl, her neyse. Sana söylemem gereken bir şey var, kardeşim. " Bana kardeşi olarak hitap etmesi tüylerimi diken diken ediyor. Derek benim için bir yabancıdan farksız, babam da. Belki yıllarca onları görmememde onların bir suçu yok, ama onlara karşı bir anda sıcak da hissedemem. Annem öldükten sonra Tateleri bulmuştum ve o zaman birine yakın olmak için uygundum. Ya şimdi? Etrafımda birçok insan vardı ve yıllarca görmediğim ailemin fertleri surlarımı aşabilecek kadar güçlü değillerdi.

"Efendim?" Bıkkın bir nefes verirken konuşuyorum. Ağabeyimin yeşil gözleri üzerimde.

"Kelsey, Roxieler burayı biliyor. Gitmemiz gerek."

"Bunun farkındayım." Bakışlarım delip geçici türden.

"O zaman? Haydi, hazırlanalım."

Ellerimi sıkıyorum ve gözümün önüne düşen birkaç kızıl saç tutamını üfleyerek başımın gerisine ittiriyorum. "Derek, bilmem farkında mısın ama gidecek hiçbir yerimiz yok ve annemiz ölü. En son yıllar önce gördüğüm sen ve babam beni alıp bir yere götüremezsiniz. Burada biz bir takımız ve çoğunluk hangi seçenekte karar kılarsa oraya gideceğiz. Roxieler bizim yerimizi görünüşe göre bir hayli zamandır biliyor. Ve bir şey yapmadıklarına göre bir gizem var. Biz de burada oturup bekleyeceğiz. Tamam mı?"

Derek bir şey demek için ağzını açıyor ama ardı arkası kesilmeyen ve bizi kovalamaktan bir türlü bıkmayan kötülük yine bizi buluyor.

Kapıdan içeri nefes nefese giren Rhys konuşuyor.

"Kızıl! Yaklaşık iki yüz metre ötede birkaç Roxie savaş uçağı var. Ve bulundukları yere bombardıman yapıyorlar. Ah, Tanrım... Venus ve diğerleri en fazla iki yüz metre öteye gitmiş olmalı."

Lanet olsun, lanet olsun ve tekrardan, lanet olsun!

***

Venus

Savunmasız ve silahsız, art arda patlayan bombaların ve mayınların arasından sıyrılmaya çalışıyoruz. Gözlerim kısık ve üşüyorum, adalelerim kasılıp duruyor ve vücudum pek koşmaya uygun durumda değil. Arkamda sırayla Tate, Cory, Cecille ve Krista koşuşturuyor. Hepimiz perişan haldeyiz, kendini başkan bellemiş kızıl sürtüğün yaşadığı fabrika buradan görünüyor ama kaçsak ne o bizi alır, ne de o yolu kat edebiliriz. Yüzüm toprağa bulanıyor. Çok yakınımda patlayan bombalarla adeta kanım donuyor. Ama biliyorum ki hayatım bu kadar kısa süreli değil, eğer milyarlarca kişinin katledildiği bu Roxie Cinayeti'nden sağ çıkabildiysem bu ufak çaplı (!) bombardımdandan da sağ çıkabilirim.

Bir tepeye kadar koşuyoruz, şaşırtmalı olarak ileri atılıyorum. Böylece Roxie uçakları ileri giderken ben geriye doğru yuvarlanıyorum. Gözüme kestirdiğim bir yeraltı mağarası var. Eğer boşluğunu taş ile tıkarsak bir süre oraya sığınabiliriz. Bu hareketimi gören Cecille, Tate, Cory ve Krista da aynısını yapıyor ve kuş beyinli robotik Roxieler birkaç dakikalığına ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Tamam, ileri teknolojileri olabilir. Milyarlarca insanı öldürecek kadar güçlü silahları da. Ama bu yaratıkların bir eksiği var ise o da kuşkusuz akıldır. Onları şaşırtmak ve oyalamak çocuk oyuncağı. Hızla doğrulunca diz kapaklarıma bir acı giriyor ama devam ediyorum. Yeraltı mağarasına bir iki adım kala zıplayıp içine giriyorum ve çamurla karışık bir su birikintisinin üstüne düşüyorum. Arkamdan Cory, Tate, Cecille ve Krista da geliyor ama mağaranın kapısı açık. Hepimiz yorgunluktan yarı baygınız.

"Ah, şunu taşlarla örtmeliyiz." Yutkunuyorum. Gözlerimin önü kararıp duruyor. "Ah... Sanırım ben yapamacağım, rica etsem biriniz yapabilir misiniz?"

Krista atılıyor. "Ben yaparım." Onu yarı baygın bir biçimde izliyorum. Atik ve saldırgan bir tavırla tek zıplayışla mağaradan fırlıyor ve deliği kapayacak birkaç kaya aldığını görebiliyorum. Ama taşıyamıyor.

"Krista'ya..." Yutkunuyorum. Takatim yok. "Krista'ya biriniz yardım etsin." Sonlara doğru ağzımdan çıkanlar belirsizleşiyor. Ama ben Krista'yı izlemeye ve onu gözümle korumaya devam ediyorum. Birkaç saniye, hatta çok saniye boyunca kayayı kaldırmaya çalışıyor ama olmuyor. Sonunda kaldırabildiğinde mağaranın girişine koymak için eğiliyor ama ne olduğunu anlayamıyorum.

Krista bir anda mağaraya yüzüstü düşüyor ve yerinde hareket etmiyor.

Cecille'in tiz çığlığını duyabiliyorum.

Krista'nın sırtındaki kanları da.

Ah... Hayır.

Lanet olsun, iç geçiriyorum. İnanması çok zor şeyler gerçekleşiyor ve ben adeta felç olmuşum. Kılımı dahi kıpırdatamıyorum ama karşımda...

Karşımda Krista ölüyor.

DirenişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin