Giriş

62.4K 1.2K 326
                                    







DİRENİŞ


2070 Yılı, Kuzey Amerika

İnsanoğlu, sonunu bizzat getirdi.

Sistemlerin parçalandığı, insanlar önemini yitirdikçe paranın değer kazandığı, koca bir gövde gösterisi haline gelmiş dünyanın kaderini belirleyen on kişiydi: Sahipler. Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde dünyada artan çocuk istismarları, kadın cinayetleri, açlık ve susuzluk derken dört bir yanımız özgürlük mücadeleleri ile kaplanmıştı. Sıra sıra düzenler yıkılıyor, eşitlik sağlanıyor ve sömürü düzeni bitiyordu ve işte onlar, Sahipler, tam da bu noktada devreye girdiler: Mutlak güç insanın başını döndürüyor olsa gerek, zira kendileri gemilerine atlayıp bizi onlardan da büyük bir belayla baş başa bırakmışlardı.

Roxalar. Evrenin kanserli hücreleriydi onlar; metastazla her köşemize işleyen ve sonumuzu getiren galaksiler ötesi bir yaşam formu. Bu formun bizden kat be kat ileri ve güçlü donanması insanlığın tümünü yok etmeye ve yeni evleri olan gezegenimizi benimsemeye başladığı yerde hepimiz başımızın çaresine bakmak zorundaydık. Dünyanın farklı uçlarında, birbirinin varlığından habersiz insanların yönettiği bir direniş... İnsan, bir başkası olmaksızın ne kadar "insan" kalabilirdi?

On üç. En azından hala on iki kişiye sahiptim. İnsan kalabilmek için verilmiş fazladan bir süreydi bu.

Karşımızdaki Roxalar ve beraberlerinde getirdikleri bir başka tür olan Chelenoeleri düşününce, on üç pek de umut vadeden bir sayı olmasa gerekti.

2063, Kuzey Amerika

Bale salonu çocuklarını kameraya almaya çalışan velilerle tıklım tıklımdı. Hepsi, çocuklarının bu anını ufak bir CD'ye kaydetmek için birbirlerinin üstüne çıkıyorlar; bir nevi vahşi doğa provası gibi savaşıyorlardı. Tüm salonu esir alan bir küf kokusu vardı, öyle ki kimi veliler doğal seçilimle elenmiş ve çoktan ortamı terk etmişlerdi. Diğer yandan bu küf kokusuna rağmen izleyenlerin dikkati sahnede sergilenen on-on bir yaş grubunun Kuğu Gölü Balesi'ydi. Küçük, tıknaz kızlar yaşları için hayret verici hareketleri sergilerlerken bu savaşa dahil olan bir takım da, Kelsey'nin ailesiydi. Küçük kızın her hareketi ailesinden gelen bir başka alkışı sağlıyor, o ise kendini her şeyden soyutlamış gibi görünüyordu: Gözleri öne dikilmiş, sahnede kendini kaybetmişti. İşin aslı bu dokuz yaşında bir kız için haddinden fazla bir tutkuydu fakat öğretmenleri daima ileride onun büyük bir balerin olacağını söylüyordu: Elastikti, tutkuluydu ve kendini buna adamaya hazırdı.

Parmak uçları üzerinde koşarak siyah platforma çıktı, gerçekten zarif hareket ediyordu. Öyle ki kimi veliler insanlık halidir ya, kendi çocuklarıyla onu mukayese ederek homurdanmaya başlamıştı bile. Kollarını havaya kaldırıp parmak uçlarını arada boşluk bırakarak başının üstünde birleştirdi. Arkasından oyun son bulunca herkes onu alkışlamaya başladı, annesi kızıyla o kadar onur duymuştu ki gözleri ıslaklıktan parıldamaya başlamıştı bile. Alkışlar, ıslıklar, çığlıklar... Gülen yüzler ve havadaki gururun kokusu... Her şey o ana dek çok iyiydi.

Kelsey'nin sırtının ardındaki duvar büyük bir gürültüyle paramparça oldu ve içeri gözü kör edecek kadar keskin bir yeşil ışık doldu.

Ne olduğunu herkes biliyordu bunun. Yıkılmaya başlayan salon çocuk, yetişkin fark etmeksizin çığlıklarla sarsılmaya başlamıştı bile. Annesi, içgüdüsel olarak Kelsey'i korumak için yeşil ışığa gözlerini doğrulttu. "Yeniden Yapılandırma" adı altına gizlenmiş açık katliam başlamadan önce kızını kurtarması gerekiyordu ama şu kahrolası yeşil ışık görüşünü engelliyordu. İçeri giren ve duvarı yıkan, son uzay teknolojisinde üretilmiş bomba niteliğinde bir mermiydi. Ortalık yeşil ışık ve çığlıkla yoğrulurken annesi elinde Kelsey'nin elini hissetti.

"Buraya nasıl geldin?"

"Anne, lütfen gidelim buradan." Küçük kız ağlıyordu. Annesi içinde yükselen korkuyla beraber kalp atışlarının ne kadar hızlandığını fark etti. Şükürler olsundu ki Kelsey tez zamanda onu bulmuştu. Belli belirsiz bir rahatlama yaşadıysa da öte yandan korku ve gerginlikle dolu yüreği, onu burayı terk etmeye itiyordu. Birkaç kez eşini ve oğluna seslendiyse de cevap alamadı zira onlar salonun batı kanadındalardı. Bu sırada Kelsey de ona yardımcı oluyordu ama ortalık tam bir kargaşaydı: Herkes kördü ve kapıyı bulmak pek de kolay görünmüyordu. Annesi Kelsey'i yapabileceği en iyi şeyi yaparak kucağına aldı ve ailenin erkeklerinin bir çare bulacağını umarak diğerlerine uydu, koşmaya başladı. İçerideki küf kokusuna doğal gaz gibi, çürükçül bir koku karıştığında neyse ki annesi elini hızlı tutmuştu ve binadan çıkabilmişlerdi. Gözleri yeni yeni açıldıysa da annesi neyse ki zeki ve çevikti, küçük kız gözlerini açıp kapayana dek kendini arabanın içinde buldu. Araba, zaman kaybetmeksizin çalıştırıldı.

"Anne! Ağabeyim ve babam!"

Annesi cevap vermek yerine gaza yüklenip diğer arabaların önünden ilerleyerek yola çıktı.

"Anne!"

Yine bir sessizlik. Kelsey kulakları korkunç bir gürültüyle yırtılacak kadar çınladığında içgüdüsel olarak hemen arkaya dönüp arabanın ardından o korkunç manzarayı gördü: Okulu yerine artık sadece o büyük, yeşil ışık vardı ve etrafa saçılan taş parçaları... Nefesini tuttu. Dikiz aynasından annesiyle göz göze geldiklerinde, bunu hayatı boyunca unutamayacaktı.

Roxalar gelmişlerdi.





Y/N: Merhaba, bu hikaye uzun süre önce yayımlanmıştı ama bundan kaynaklı olarak içime sinmiyordu. Şimdi, elimden geldiğince eski haline de çok müdahale etmeden çok vahim noktaları değiştirerek tekrardan yayımlamaya başlıyorum.

Tarih 20 Temmuz 2020. Siz de buraya okumaya başladığınız tarihi yazabilirsiniz.

Yorumlarınızı elimden geldiğince cevaplıyor olacağım. Sevgilerle,

Tolga

Instagram: tolga.ra

Facebook: Tolga Ra

DirenişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin