Direniş - Yirmi Sekizinci Bölüm / Duygular Karmaşası

3.4K 245 34
                                    

Tüm herkes harıl harıl çalışıyor.

Rhys ile aramıza koyduğum mesafenin onu rahatsız ettiğini anlıyorum ancak plan süresince bana yapışması, büyük bir hata olacağından onu kendimden uzak tutuyorum.

Belki de bu, sadece Cory'e karşı olan hislerim yüzünden onun benden uzak durmasını istememin bahanesi.

Ama Rhys'i de sevdiğimi düşünürken her an her saniye aşk üçgenimizin içinde boğulmaktan sıkılıyorum. Bu yüzden gözümün önündeki haritada takip yolunu çiziyorum. Abbadon, şehri bombalayacak ve o esnada üç kişi Transformasyon Merkezi'ne girip hâlâ canlı olan insan bedenlerinden kaçırabildiklerini kaçıracak.

Masanın karşısında Venus ve Cory, Transformasyon'a gideceklerin kimler olacağını tartışıyor. Onlara kulak kabartınca, Cory'nin Paula'nın gitmesini istediğini ama Venus'un onu güçsüz bulduğunu söylediğini işitiyorum. Venus'e göre gitmesi gerekenler kendisi, Cory ve Tate.

Elimdeki kurşun kalemin arkasını kemirerek içimden gelen dürtüye engel olamıyorum, lafa atlıyorum.

"Tate," konuştuğum an Venus ve Cory anlamsız bakışlarını bana geçiriyor. "Tate'i yanınızda götürmeyin. O dövüşte iyi değil, beyinde iyi. Tate olanları kontrol etmeli."

"Tate silah kullanabiliyor." Venus bana muhalefet olmak için her şeyini verirmiş gibi davranıyor ve bu benim sinirlerimi geriyor. Ondan hâlâ nefret ediyorum, Krista'nın katilinin ben olduğumu söylemesi yüzsüzlükten başka bir şey değildi.

"Buradaki herkes silah kullanabiliyor. Önemli olan hız, zeka ve çevikliğin silah kullanımıyla birleşmesi." boğazımı temizliyorum. "Üçümüz gidelim."

"Sen?" Venus bana aşağılama dolu bir bakış atıyor. "Hayatta olmaz."

"Olur." Cory'nin kadife gibi sesi kulağımı doldurunca ensemdeki tüylerin ürperdiğini hissediyorum. "Kızıl, Tate'den daha iyi bir seçim ve senin onunla arandaki çatışma yüzünden planımızı mahvetmenin bir manası yok."

Cory'e teşekkür etmek istiyorum ama gözlerimiz buluşunca ikimizin de cayır cayır yanmasından korkuyorum. O yanan bir kibrit, bense ince bir kağıt parçası. Uzağız ama bakışlarımızın birleşmesinde ikimizin de kül olmamız men edilemez. Bu yüzden Venus'e dönüp konuşuyorum.

"Üçümüz gidelim." Tekrarlayınca Venus gözlerini devirip büyük bir gürültüyle ayağa kalkıyor. Onun bu huysuzlukları beni rahatsız etmeye başlıyordu. Gözlerimi kısıyorum ve önümdeki haritada, Abbadon'un gideceği yolun son rötuşlarını yapıyorum.

Öte yandan diğer odada Laressa dikiş makinesi ile Abba'nın -yani Felicity'nin- vücuduna en uygun, en çok yapışıp deri gibi görünen kostümü hazırlamaya çalışıyor. Abbadon onun önünde vücudu üzerinde kumaşın denenmesine izin veriyor, başka bir odada Derek ve babam -ona hâlâ baba demek çok tuhaf- Tate ile televizyonu izliyor, Roxielerin hedeflerini kavramaya çalışıyorlar. Üçü, aramızda doğru dürüst Roxie dilini bilen tek kişiler.

Kağıt üzerindeki son çalışmalarımı bitirince de ayaklanıyorum, Rhys'in arkamdan bana baktığını hissedebiliyorum. Ona karşı hislerimi hala çözebilmiş değilim ve bu beni çileden çıkarıyor. Onun yokluğunda ona muhtaç gibiyim ama varlığında beraber olmamız bana rahatsızlık veriyor. Gittiğinde gözümde altın bir gerdanlık iken, yanımdayken gözümde deniz kenarına sıralanmış irili ufaklı taşların ipe geçirilmesinden başka bir şey ifade etmiyor.

Adımlarımın yöneldiği yer, yukarıdaki dövüş salonuna paralel inşa edilmiş sığınağın dövüş salonu. İlerlerken mırıldanarak konuşuyorum.

"Venus ve Cory, dövüş odasına gitme zamanı geldi bence."

Onlar da ellerindeki kalem ve kağıdı bırakıp beni takip ediyorlar. Ne ara bu kadar lider olduğumu düşünmeye çalışıyorum. Kendi keşmekeşinde boğulan Kelsey Heast, dünyanın keşmekeşini yenmek üzere verilen savaşta bir lider, ha? Eğer bahsi geçen ben olmasaydım buna alaycı bir gülüşle karşılık verirdim.

DirenişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin