Direniş - Yirminci Bölüm / Gidiyoruz

3.6K 281 19
                                    


Venus büyük kalçalarını sandalyeye yerleştirip, kollarını masaya dayadıktan sonra saçlarını savuruyor ve konuşmaya başlıyor.

"Bu sefer daha kaliteli ve işler bir plan yapmalıyız," diyor. "Aksi takdirde yine bir ölüyü diriltmek için şu Roxielerden aldığımız metalleri kullanacağız. Ve onları kullanmak son isteğim, gerekli olabilir."

Sesi temkinli. Bense tam karşımda oturan Venus'e karşılık veriyorum. "Haklısın, bence öncelikle transformasyon merkezine nasıl gireceğimizi düşünmeliyiz?"

Tate lafa atılıyor. "Belgelerde yazdığına göre dört farklı ana, yedi farklı da gizli girişi var. Biz ışınlama haplarından kullanırsak gayet rahat girebiliriz ama etrafı iyi bilmemiz gerek. Bu yüzden bir fikrim var." diyor. "Ama tehlikeli bir fikir."

"Durma, söyle." Theodora piercingli dudağını büzüyor.

"Bir kişi -hafızası kusursuz olan bir kişi- ışınlanma hapıyla oraya gidip etrafı öğrenecek. Böylece bize rehberlik edecek. Kısaca o kişi-"

"Yem olacak." Gözlerimi kısıyorum. "Ben yapabilirim."

"Emin misin? Bu diğerleri gibi kolay olmayacak, Kelsey." Cory konuşuyor. Bense ona ölümcül bakışlarımı yolluyorum.

"Sekiz yaşından beri annemle Roxie avlıyorum, bu yeterli mi?" Sert cevabımı bir bıçak misali Cory'e saplıyorum. O ise sükunetini koruyor.

"Sekiz yaşından beri annenle avlıyorsun," diyor sonunda sessizliği bozarak Cory. "Ama artık seni koruyup mızmızlıklarını çekecek bir annen yok. Veya kendini bir diskin önüne atacak kadar aptal bir kadın."

Dediklerinin doğruluğunu ve gerçekliğini idrak etmeye çalışıyorum. Boğuk bir sesle konuşuyorum.

"Sen ciddi misin?"

O ise bir öz güven patlaması yaşamış halde yüksek sesle konuşuyor. "Oldukça."

O an hücrelerimin en derinine dek öfkeyi, nefreti ve kindarlığı hissediyorum. Sanki tüm kötü duyguları bir şırıngaya toplayıp bütün hücrelerime o maddeyi enjekte etmişler gibi. Bakışlarım kör bir kılıç kadar keskin. Ellerim istemsizce yumruk halini alıyor.

Ve bir anda masanın ortasına atlayıp, tam anlamıyla debelendikten sonra sert yumruğumu Venus'ün tam yanında oturan Cory'nin yüzünün tam ortasına geçiriyorum. Ama yılmadım. Cory'nin üstüne oturuyorum ve sandalyesi yere devrildikten sonra üstüne boylu boyunca uzanmış bir şekilde onu hırpalıyorum. Tırnaklarım yüzünü çiziyor ve kanatıyor. Etrafımda bana "Dur!" deyip engel olmaya çalışanları duyabiliyorum. Ama algılarım o kadar kapalı, bakışlarımsa kıpkırmızı renge bürünmüş ki hiçbir şeyi umursamıyorum.

Cory çığlık çığlığa, izin verse onu tam şimdi öldürebilirim. Ama son anda beni kollarımdan kavrayıp geriye çeken ve sürükleyen biri oluyor. Cory benden uzaklaşırken -daha doğrusu ben ondan- bakışlarım kırmızıdan çıkıyor ve burnuma dolan keskin ama huzur verici lavanta kokusunu alıyorum.

"Rhys?"

"Evet?" Beni götüren Rhys. Vücudu vücuduma değiyor ve saçlarım tam olarak göğsüne. Aramızda gerçekten inkâr edilemez bir çekim var ama biz bunu örtmeye çalışıyoruz. Örttüğümüz örtünün şeffaf olduğunu bilmeden.

Rhys beni odama götürmüyor, kendimi dövüş odasında buluyorum. Beni odadaki minderlerden birine bıraktıktan sonra ayakta durup konuşuyor.

"Şimdi gel ve kum torbalarından sinirini çıkar."

"Cory piçini parçalamalıydım!" diyorum anneme ettiği lafları hatırlayarak.

"Sakin ol, Kelsey." O da benim uzandığım mindere oturuyor. Bacağı bacaklarıma değiyor ve tenim ürperiyor, kollarımdaki ince tüylerin havalanmasına sebep oluyor.

Ben de oturuyorum, sakinleşmeye başlamışım. Rhys beni kolumdan kavrayınca hazırlıksız değen tenlerimiz bende garip bir his uyandırıyor.

"Ne olursa olsun, sen Kelsey Heast'sin. Annen kahramandı, sen de öyle. Cory denilen o gerizekalının ne dediği umrunda olmamalı Kelsey. Biz buradayız, ben buradayım ve seni seviyoruz, seviyorum."

O günden sonra ilk defa gözlerine bakabiliyorum. Göz teması kurduğumuzda ateş ve barut birleşiyor, ve yanmaya başlıyor.

Dudaklarımız ilk birleşen, onun tatlı dudaklarının tadını aldığımda biraz olsun rahatlıyorum ve kollarımı ona sarıp öpüşüne karşılık veriyorum. Yapılı vücudunda bir yer edinen ellerimi ona biraz daha sıkı doluyorum ve öpüşmemiz daha da ateşleniyor.

Oturur pozisyondayken beni mindere yatırıyor ve yanıma uzanıp beni üstüne alıyor. Vücudumuzun tamamı birbiriyle temas halinde ve ben onun için yanıp kavruluyorum. Ağzımdan bazen küçük ve tiz inlemeler çıkıyor. Siyah tişörtümü hafifçe sıyırıyor ve yalnızca sutyenimle kalıyorum. Ben de onun tişörtünü çıkartıyorum ve kaslı vücudu benim pürüzsüz tenimle buluşunca içimden bir haz dalgası geçiyor.

Bacaklarımı kalçasına doluyorum, hala öpüşüyoruz. Ama devam edersek çok daha ileriye gideceğiz ve hamile kalmam durumunda her ne kadar insan soyu artacak olsa da daha çok direnemem ve iki canı birden öldürmüş olurum. Bu yüzden ona biraz daha dokunup öpüşmeyi kesiyorum.

İkimiz de nefes nefeseyiz, güçlükle Rhys'in üstünden kalkıyorum. Siyah tişörtümü giyiyorum ve ayakta dikiliyorum. O da kendi tişörtünü giydikten sonra bana dönüp "Yanlış bir şey mi yaptım?" diyor.

Yüzüm kızarmış bir biçimde "Hayır." diyorum. "Sadece daha ileri gitmemiz direnmeyi engeller."

Buruk bir şekilde gülümsüyor. "Haklısın, seni seviyorum, Kan Kızılı'm."

"Kan Kızılı ha?" Gülümsüyorum. "Ben de seni seviyorum, Savaşçı'm."

İçimde tomurcuklanan aşk tohumlarının neden olduğu gülümsemeyle Cory'i umursamıyorum. Onun ne kadar pislik bir herif olduğunu ne zamandır biliyordum. Bu sebeple gülerek odama girerken koridorda önümü Krista kesiyor ve ben nefret radarına takıldığımda konuşuyor.

"Biz gidiyoruz."

DirenişHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin