•21

6.1K 660 282
                                    

jisung's pov

"abi, beni dinliyor musun?" jeongin'in bana seslenmesiyle daldığım düşüncelerden kurtuldum. başımı irkilerek sallarken yutkundum.

"şu aralar kafam karışık...ne diyordun?" diyerek özür dilercesine ona baktım. mavi saçlarını düzeltti ve ellerini 'sorun yok' anlamında iki yana salladı.

"kafanı karıştıran şey minho hyung olabilir mi?" muzip bir tavırla sorduğu soruyla gözlerimi kaçırdım ve hızla cevap verdim. "hayır, işler ve diğer şeyler karıştırıyor."

maalesef ki küçük kardeşim yalanımı yakalamıştı, arkasına yaslandı ve sırıtmaya başladı. göz devirdim ve önümde artık soğumuş olan kahveden birkaç yudum aldım. "changbin hyung biraz anlattı."

nereden öğrendiğini böylece anlamış olurken ofladım. işleri gücü yokmuş gibi bizim ilişkimizi mi konuşmuşlardı?

ilişki? minho ile aramızdaki şey daha farklı olmaya başlamıştı. ilişki denebilir miydi, bilmiyorum.

"aslında sana anlatmak istediğim bir şey var, abi..." jeongin tereddütle söze başlarken kaşlarımı çattım ve elimdeki kahve bardağını masaya geri bırakarak ona odaklandım.

"minho hyung ile benim tanışmamı hatırlıyorsun, değil mi?" sesi sakin ve tekdüze bir şekilde soruyu bana yöneltirken başımı salladım. "changbin ve felix yemeğe davet etmişti, evet hatırlıyorum."

minho'ya sikik birkaç kişi tarafından yapılanın izleri geçmemişken orada gülümseyip beni teselli etmişti. dudağındaki yara kolayca geçmiş olabilirdi ama karnındaki ezikler için o bebeği kucağıma alarak hastaneye götürmek zorunda kalmıştım.

kendi kendime gülümsedim, bir çocuk gibi inat etmişti. jeongin'in devam etmesini beklercesine ona bir bakış attım ve saate göz attım.

"biz aslında orada tanışmamıştık, minho hyung, beni okulda benden para isteyen zorbalardan kurtarmak için önüme atılmıştı ve ardından onu hastaneye götürmeyi teklif ettim ama kabul etmedi—"

"siktir, ne?" oturduğum sandalyeden kalkarak ellerimi siyah saçlarımdan geçirdim. "birisi sana zorbalık yapıyor ve minho seni kurtarıyor—sen bunu bana şimdi mi söylüyorsun?" sinirli bir şekilde ona bakarak sordum.

"özür dilerim..." kısık bir sesle söylediğimde dilimi yanağımda gezdirdim. "özür mü? senin özrün minho'nun yaralarını iyileştiriyor mu? ya da size bunları yapan orospu çocuklarından hıncımı alıyor mu?"

gözleri yere sabitlenirken sakinleşmeye çalışarak geri yerime oturdum. derin bir nefes almaya çalışarak jeongin'e döndüm.

"minho ile bu konuda konuştunuz mu? o piçler peki?" dudaklarımı ısırdım ve gelecek cevabı beklemeye başladım. jeongin benim aksime biraz daha sakin bir şekilde başını salladı.

"onları şikayet edebileceğimi söyledim ama kaçtıktan sonra bir şey ifade etmeyeceğini ve berbat haldeyken bile ben iyiysem sorun olmadığını söyledi." dediklerini sindirmek için birkaç saniye beklerken gülümsedi. "o çok iyi bir hyung, kesinlikle birbiriniz için yaratılmışsınız."

bir an için tüm kızgınlığımı unuttum ve dudaklarımı kıvırdım. minho'nun herkesten daha iyi bir kalbe sahip olduğunu biliyordum. ilk tanıştığımızda kedileri beslemek için dışarı çıkacağını söylediğinde şaşırmıştım. sonra elinde mamalarla gezerken bunu daha net fark etmiştim.

yalan söylemiyordu, gerçekten doğru ve iyi olanı yapıyordu.

"ne olursa olsun, onları şikayet ettireceğiz. sana ve minho'ya yaptıkları gibi başkalarına da yapabilirler." diyerek onu uyardım ve şirket avukatına mesaj atmak için telefonuma uzandım. "ama onları tanımıyorum bile."

üzgünce söylediği şeye karşı onaylamazca kafamı salladım. "tanımana gerek yok, innie. eminim ki okulun yanında kameraya sahip birçok dükkan vardır." diyerek cevapladım. avukata gerekli mesaj ve isteklerimi ilettikten sonra uzun bir nefes verdim.

"minho hyung'a o olaydan sonra bir kez daha teşekkür etme fırsatım olmamıştı. onu akşam yemeğine davet edebilir miyim?" diye hevesle sormasıyla dudaklarımı büktüm. "babamın evde olmayacağına emin ol."

ardından sandalyeden kalkarak bahçenin çıkışına ilerledim. arkamdan jeongin'in mutlu mırıltılarını duyabiliyordum.

şimdi ise konuşmam gereken bir melek vardı.

minho's pov

"seungmin! bana diyorsun ama sen de bulaşıkları yıkamayı unutmuşsun," diyerek ellerime belime koydum. kaşlarımı çatarak siyah saçlı arkadaşıma dönerken onun elinde telefonla gülümseyerek bakıştığını gördüm.

bahse varım chan ile konuşuyordu, bu kadar aklı havada davranmasının tek sebebi bu olabilirdi. göz devirdim ve yanına geçtim.

"beni duyuyor musun sen?" normalde yaşadığımız diyaloğu tekrarladım ama bu sefer sorulan değil, soran kişi bendim. "ne oldu ya?" telefonunu elinden almamla dudaklarını büzdü.

göz devirerek mutfağı gösterdim. omuz silkti ve geri bana döndü. sanki hatırlamış gibi gözlerini büyüttü ve bana doğru sorusunu yöneltti.

"dün gece jisung ile ne yaptığınızı söylemedin," ardından sinsice gülümsemeye çalıştı. "partiye bile gelmeyecekti güya."

vücudum ısınmaya başlarken aklıma gelenlerle yutkundum. arabada yaşananları anlatmak istiyor muydum emin değildim. "bir şey olmadı ama oldu da." diyerek üstü kapalı bir cevap verdim.

"ya! lee minho," diyerek omzuma hafifçe vurdu ve güldü. "geçiştirmesene, doğru söyle yoksa—" konunun nereye gideceğini anladığımdan dolayı elimle arkadaşımın ağzını kapattım ve susmasını umdum.

"sadece bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak için birbirimizle konuştuk," ardından dudaklarımı birbirine bastırdım. öpüşmemizin üzerimdeki etkisi hala geçmiş sayılmazdı.

"telefonun çalıyor," seungmin sehpanın üstünde duran telefonumu işaret ederken yazan kişinin 'jisung' olduğunu fark etmemle hızla elime aldım. bana bakan şaşkın ve alaycı çift gözden kurtulmak için odama doğru ilerlerken onun telefonunu da geri koltuğa attım.

"alo, jisung?" diyerek konuşmayı başlattım. "bir sorun mu var?" saat daha öğleden sonra üç civarlarıydı. işte olması gerekmez miydi?

"teşekkür ederim," hızlı bir şekilde geçen sesiyle ve sözlerle bir süre duraksadım. teşekkür mü? ne için ettiği hakkında herhangi bir fikrim yoktu.

"jeongin için, onun tanımadığın halde koruduğun için, sokak hayvanlarına merhamet ettiğin için, sürekli bana yardımcı olmaya çalıştığın için ve bana geldiğin için teşekkür ederim." nefes alışverişlerimiz dışında bir ses çıkmazken öksürdüm.

"uhm, rica ederim?" ne demeliydim hiçbir fikrim yoktu! jisung'u ilk defa bu kadar ciddi konuşurken ve naif olurken görüyordum. yatak anıları dışında gerçek hayatlarımızla ilgilendiği için mutlu hissediyordum.

"jeongin sana teşekkür etme amacıyla akşam yemeğine çağırıyor, geleceksin değil mi?" aldığım teklifle gözlerim kocaman açılırken bir an ne desem bilemedim. "sorun olmaz mı?" diye sormakla devam ettim.

"hayır, bizzat ben davet ediyorum hatta. yoksa beni kırmayı mı tercih ediyorsun?" dediklerine gülerek hayır diye mırıldandım. "sanırım han jisung'u reddedebilecek bir insan daha bu dünyaya ayak basmadı."

karşı taraftan da onun gülüşü kulaklarıma dolarken oyunuma ayak uydurdu. "kesinlikle! seni sekizde alacağım, dikkat et kendine bebeğim," yine son sözüyle bana hitap ederken kuruyan dudaklarımı ıslatma ihtiyacı duydum.

"akşam görüşürüz, sungie." ardından gülümsememi engellemeye çalışarak telefonu kapattım.

sanırım her şey yoluna giriyordu, dün gece arabada yaşananlar unutulmuş gibiydi. bana umut verdiğini inkar edemezdi, benden hoşlandığını inkar edemediği gibi.


kaos lazim bize arkadaslar hazir olun

bu arada ciftlik evine gitmistim arkadaslarimla cok guzel eglendim herkese tavsiye ediyorum😭

bottom bitch •minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin