[slm oy verip bol yorum yaparsaniz bottom b bolum daha cabuk gelirmis]
parti gecesi, jisung ve minho'nun arabadaki konuşmaları
minho's pov
"merakını sikeyim, han jisung!" dedikten sonra dudaklarımızı birleştirdim. alt dudağını bir şeker misali emerken ensesini daha çok kendime bastırdım.
bana karşılık veriyordu ama kontrol onda değildi, bende de değildi. sadece bocalıyorduk. birkaç saniye sonra ıslak bir sesle dudaklarımızı ayırmamla nefeslerimi düzenlemeye çalıştım.
"minho ben..." kısık bir sesle konuşmaya başladığında buğulu gözlerimle ona döndüm. "bu çok karışık." direksiyondaki parmaklarının boğumları sıkmaktan beyazlaşmıştı.
"biliyorum," diye mırıldandım. dudaklarımı yalayarak ben de devam ettim. "konuşmazsak bunu çözemeyeceğimizi de biliyorum."
boşlukta gibi hissettiren mavi lensli gözleri bana döndü. "bana zaman ver, olur mu?" gözleri bir süreliğine kapandı ama açtığında yine ona bakıyordum. "sadece işleri yoluna koymam için zaman ver, minho."
süslü hitapları yoktu, sadece ismimi söylemiş olabilirdi ama şefkatini hissedebiliyordum. sıcak bir şekilde benden izin aldığını anlayabiliyordum.
"beni çok bekletmezsen sevinirim," diyerek gülümsemeye çalıştım. o da benimle beraber gülerken hala soruyu ve cevabı bilmiyordum. aramızdaki ilişkiden bahsediyorduk ama ilişkimiz son zamanlarda o kadar çok değişmişti ki...
"bekletmeyeceğime söz veriyorum," gözlerimiz yine buluşurken duygularımı en derin şekilde hissedebiliyordum. jisung'a güveniyordum.
o arabayı çalıştırarak evime doğru sürmeye başladığında onu izliyordum. siyah saçları sıcaktan olsa gerek nemli gözüküyordu. alnının sağ tarafına perçemleri dökülürken bana mükemmel bir görüntü sunuyordu.
ailesinin de bizim ilişkimiz için büyük bir önem taşıdığını biliyordum. babasının homofobiğin teki olması her şeyi daha da zorlaştırıyordu. ama bir şeyden emindim ki, jisung ilk önce kendi duygularını kabul ettikten sonra onun yanında olacaktım. kime karşı durursa dursun onu destekleyecektim.
sadece bu lanet olası han jisung'un beni sevdiğini kabul etmesini bekliyordum.
han ailesinin evinde, akşam yemeği zamanı
jisung's pov
"jeongin, lütfen daha fazla özür dileme. senin bir suçun yok bile." minho kaşlarını çatarak mavi saçlı kardeşime doğru konuşmaya devam etti. "ayrıca sorun olmadığını sana kaç kere söyledim..." o bıkmış bir şekilde tekrarlarken hala jeongin'in mahcup bakışlarını görebiliyordum.
minho'yu akşam yemeği için eve getirdiğimden beri jeongin sadece özür dileyip duruyordu. suçlu olmasa da kötü hissettiğini biliyordum. onların bu haline gülümseyerek bu tatlı konuşmalarını bitirdim.
"yemeğe geçmeye ne dersiniz?" diyerek yemek odasını işaret ettim. minho derin bir nefes alarak ayağa kalktı, ardından da jeongin.
"sadece üçümüz olacağız, değil mi?" diyerek kulağıma fısıldadı minho. jeongin önden ilerlerken duraksadım. hafifçe onu belinden yönlendirerek ben de kısık bir sesle konuştum.
"babamı soruyorsan eğer, hayır bizimle olmayacak." bu anı bozmasına izin veremezdim, teyit etmek için birkaç kez sormuştum bile. "peki annen?"
bu soruyla afallarken yutkundum ve kapı girişinde durdum. minho da mavi soluk saçlarını geriye atarak bana döndü. gözbebekleri büyümüş, dudakları da merakla aralanmıştı. bir ördeğe benziyordu.
hızlı bir nefes vererek açıkladım. "annem, jeongin doğduktan birkaç hafta sonra vefat etti." tepkisini dikkatlice izlerken dudaklarının titrediğini fark etmemle hemen ellerini tuttum. "uzun bir zaman önceydi yani, ayrıca bilmiyordun. sorman çok doğal."
gözlerini kaçırmasıyla başımı iki yana salladım. "minho, bana bakar mısın?" dolu kahverengi gözlerini bana çevirdiğinde gülümsedim. "bebek misin sen, üzülme lütfen."
ellerimi nazikçe bıraktı ve gözlerini sildi. "üzülmüyorum, sadece bir anda sormamalıydım." tekrar onun bu haline güldüm ve yüzünü yemek odasına doğru çevirdim. "hadi, yemek yiyelim."
kahverengi büyük sandalyelere otururken jeongin'i inceledim. mutlu görünüyordu. buna karşılık ben de dudaklarımı kıvırdım.
"servise başlayabilirsiniz,"diyerek çalışanlara söylememle gerçekten acıktığımı fark ettim. sabahtan beri şirkette ortaklarımızın projelerini inceliyordum. "sen radyo ve televizyon okuyordun değil mi hyung?"
"evet."
"evet." kendi sesiminde çıkmasıyla şaşırdım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "üzgünüm, biliyordum ve söylemek istedim." diyerek açıklama yaparken minho'nun da gülümsediğini fark ettim. hyunjin'le konuşmamızdan sonra onun hakkında bazı şeyleri öğrenmiştim.
en sevdiği çiçeği sipariş ederken artık hepsini istememe gerek yoktu. menekşeler onun için yeterliydi çünkü.
"sorun değil, hatırlamana sevindim." her ne kadar iğneleyici söylese de gülümsediğini görüyordum ve bu iyiydi. "sen üniversite için ne düşünüyorsun?"
jeongin ve benim suratım aynı anda düşerken minho'nun paniklediğini görebiliyordum. yine yanlış bir şey söylediğimi düşünüyordu. kısmen öyleydi evet ama bunun suçlusu o değildi.
"babam...işletme okumamı istiyor. sanırım öyle de olacak," diyerek gülmeye çalıştı jeongin ama ortam çoktan gerilmişti. her şey babamın suçuydu.
"üzgünüm..." yine o kırık sesle konuşurken onu rahatlatmak istedim ama o güçlü bir şekilde devam ederek beni şaşırttı. "sen ne okumak istiyorsun? babanı saymazsak eğer, kendin için ne düşünüyorsun?"
jeongin'e bu soruyu daha önce sorsam da belli bir cevap alamamıştım, ikimizde babamın ne kadar dediğim dedik biri olduğunu biliyorduk. bu yüzden daima kendi isteklerimiz arka planda kalıyordu.
"sanırım...konservatuara yönelmek isterdim. özellikle müzik aletleri ile aram çok iyidir. bir ara sana piyano çalabilir miyim hyung? ve gitar! hala bazı akorları çalmakta zorlanıyorum ama—"
"ya da hiç çalmamalısın, jeongin." sert ve tekdüze olan tanıdık ses jeongin'in heyecanlı konuşmasını soğuk bir şekilde keserken yutkundum.
babamın gelmeyeceğine emin olmam yeterli değildi. o buradaydı ve yine hayatımızı mahvediyordu.
—
kaos budur iste
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bottom bitch •minsung
Adventure"o sorun yaratmıyor ve bir model gibi. bu yüzden o benim sürtüğüm." top! jisung bottom¡ minho -minsung.