su ara cok bolum atiyorum noluyo yuh
han jisung, bir konuda haklıydı. hafızam çoğu şeyi unutmuş olsa da, bedenim ve kalbim onun her şeyini hatırlıyordu.
"minho! teklifim hâlâ geçerli, yardım edeyim mi?"
"bir yastık yediğin yetmedi mi? bekle geliyorum!"
—
jeongin's pov"müsait misin, girebilir miyim?" hyunjin'in çalışma odasının kapısını tıklayarak izin istedim. gelen onaylamayla içeri girdim ve özlediğim sarı saçların sahibine gülümsedim.
"ben de seninle bir şey konuşmak istiyordum, sevgilim." bana 'sevgilim' diye seslenişiyle vücudum ısınırken ciddi olmaya çalıştım ve masanın yanındaki tekli koltuklardan birine oturdum. yüzünü böylece daha net görebilirsen kaşlarımı çattım. "sen biraz solgun mu gözüküyorsun, bana mı öyle geldi yoksa?" diyerek sordum.
bana tekrar büyük bir gülümseme sundu ve başını 'hayır' anlamında salladı. "biraz yorgunum sadece." ardından bana göz kırptı. "sevgilin için endişelenmene gerek yok."
bu tatlı davranışına karşı kalbim sanki sıcacık oldu. hwang hyunjin, göründüğünden daha da duygusal biriydi. "benimle ne konuşacaksın peki?" diye sorarak oturduğum yerde dikleştim.
şimdi gergin görünüyordu işte, ellerini ovuşturdu. "polislere jisung'a söylememelerini tembihledim ama sana anlatmazsam iyi hissetmeyeceğim." demesiyle minho hyung aklıma geldi. "sahi, bulmuşlar mı kimin çarptığını?"
ofladı ve onayladı. "hâlâ kimin olduğundan emin değiliz ama arabanın sizin şirkete ait olduğu ortaya çıktı." bunu demesiyle birkaç saniye bekledim. ne...
bunu babam mı yaptırmıştı? berbat hissediyordum, kesinlikle berbat hissediyordum! karnımda garip bir ağrı başlamıştı ve kusacak gibiydim. bu kadar... bu kadar ileri gidebilir miydi? birisini öldürmeye, yaralamaya değer miydi?
gözyaşlarım istemsizce gözlerimden akmaya başlarken hyunjin ayağa kalktı ve yanıma oturdu. ona sarılmaya başlarken elleri saçlarımı okşuyordu. hıçkırıklarıma engel olmaya çalıştım. "o arabada abim de olabilirdi! bu kadar kötü olabilir mi," diyerek titrek sesimle konuşmaya devam ettim.
hyunjin beni sakinleştirmek adına yaptığı şeye devam etti ama çok üzgün ve sinirliydim. gözlerimi silip ondan ayrıldım. "abime söylemeliyiz!" dememle başını iki yana sallayarak reddetti. "hayır, şu an olmaz jeongin."
dudaklarımı büzmeden edemedim. "ama neden? ya tekrar böyle bir şey denerse?" korkuyla söyledim. omuzlarımdan nazikçe beni tuttu ve gözlerime baktı. "abine, sana ya da minho'ya bir şey olmayacak, jeongin. rahatla." diyerek nefesini yüzüme üfledi.
"ayrıca daha minho'nun hafızası yerine gelmedi. şu an bunu söyleyerek olayları daha da karıştırmış oluruz, o süre zarfında bize kimsenin zarar vermediğinden emin olacağım." diyerek gülümsedi. "yoksa bana güvenmiyor musun?"
bu surat ifadesine gülmeden edemedim. ardından burnumu çekip konuştum. "güveniyorum." yanağıma doğru dudaklarını yaklaştırıp küçük bir öpücük bıraktı. gözlerimi kapattım. geri çekildiğinde ayağa kalktı ve masanın üstünde olan kağıtları gösterdi. "birkaç işim var, bitirdikten sonra yemeğe gitmek ister misin?"
"olabilir," diyerek gülümsedim. "ondan önce seungmin'lere gidebilir miyim?" sorumla şaşırdı ve kıkırdadı. "tabi ki, sen artık büyük bir çocuksun, jeongin." benimle dalga geçmesiyle yüzümü astım. aklıma gelen şeyle sinsice sırıttım. "ve sen bu büyük çocuğu öptün."
odadan hızla çıkarken arkamdan açıklamalarını ve sevgili olduğumuzu söylediğini duyabiliyordum.
kahkaha attım ama bu kısa sürdü. ondan önce hesap sormam gereken biri vardı. artık kan bağını bile istemediğim, benim için önemsiz biri.
dışarı çıktığımda önüme çıkan ilk taksiyi durdurdum. kapıyı açıp oturdum ve geri kapattım. bana sorar gözle bakan şoföre donuk bir sesle söyledim. "han şirketine."
yarım saat sonra
"buraya gelmeyeli uzun zaman olmuş..." diyerek şirketin lobisini inceledim. abim biraz değiştirmiş olmalıydı. ezbere bildiğim kata çıkmak için asansöre bindim. sanki birkaç saat geçmiş gibi geliyordur saniyeler.
yüzleşmek için hazır mıydım bilmiyordum. hatta hyunjin'e yalan söyleyerek buraya gelmem doğru muydu, onu bile bilmiyordum. ama bize bunları yaptığı için, özellikle bu son olaydan sonra ona bağırıp çağırmak istiyordum. baba bile demek istemiyordum.
asansörden indikten sonra zaten iki oda olan koridordan geçtim. kapısının önünde derin bir nefes aldım ve çalmadan içeri girdim. kır saçları ve çatılmış kaşları ile dosyaları karalıyordu.
"sana kim girme izni verdi?" diye sertçe konuştuktan sonra yüzünü bana döndü. yüzü şaşkın bir hal aldı ve gülümsedi. "jeongin! oğlum dönmüşsün!" diyerek yerinden kalktı ve bana sarılmak adına yaklaştı.
"bana yaklaşma." soğuk sesimle o da irkilmiş olacak ki durdu, kolları havada kalmıştı ama pek umrum değildi. o kadar şeyden sonra nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyordu?
gözlerim yine istemsizce dolarken konuşmaya başladım. "abime," duraksadım. "daha doğrusu minho hyung'a bunu yaparken hiç mi üzülmedin?" bana şaşkınca bakmaya devam ederken söyledim. "kalbin yok mu senin?"
"jeongin, neler diyorsun oğlum—" titrek sesiyle konuşurken sesimi yükselttim. "bana oğlum deme! senin attık herhangi bir çocuğun yok! abime bunu yapmaya kalktıktan sonra, nasıl bana böyle diyebilirsin?" sonlara doğru sesimin kısılmasına engel olamadım.
"neyden bahsediyorsun? abin ve sen telefonlarımı hiç açmadınız! çok endişelendim?" demesiyle kaşlarım çatıldı. "bilmiyormuş gibi davranma! abimin arabasına çarpması için nasıl birini tutarsın?" bağırmaya başladım. "minho hyung'u yaraladın! ya ölseydi? hiç mi düşünmedin sonuçlarını?" bağırmaya devam ederken duvarı tekmeledim.
"hepsi şu aptal şirketi senin istediğin gibi yönetmek istememesi yüzünden miydi? onun homoseksüel olmasını mı kabullenemedin hâlâ? eğer öyleyse," kollarımı iki yana açtım. öyle ki göz yaşlarım yine ne ara akmaya başlamıştı bilmiyordum. "benim de öyle olduğumu kabullenmen biraz zaman alacak."
şok içinde bana bakmaya devam ederken konuşmaya çalıştı ama kelimeleri toparlayamıyor gibiydi. "beni istediğin gibi yönetemeyeceksin, evlatlıktan red mi edeceksin? durma, senin gibi cani birine baba demek isteyen de yok!" diyerek son sözümü söyledim.
"jeongin! abinin ve şu an öğrendiğim senin yönelimini kabullenmediğim doğru ama," kolumu tutmasıyla durmak zorunda kaldım. "ben abine araba çarpması için birini tutmadım! annenizin hatırası üstüne yemin ederim ki tutmadım!" demesiyle kolumu ondan kurtardım.
"annemin hatırasını lekeleme." donuk bir şekilde söyledim. "inkar etme, çarpan arabanın şirketine ait olduğu ortaya çıktı çoktan." alaylı bir şekilde söyledim ama tekrar beni tuttu. "ben yapmadım diyorum oğlum! ben bir babayım, kendi öz oğluma ya da başka birine bile bunu nasıl yapayım?"
çaresiz görüntüsüne aldanmasan tekrar uzaklaştım ondan. "yalan söylemen sadece seni dibe çekiyor. abim öğrendiğinde olacakları düşün." odanın kapısını açıp çıkarken hâlâ arkamdan 'yapmadım' diye zırvalamaya devam ediyordu.
o yapmadıysa bile, başka kim olabilirdi ki?
—
arkdslr sizce han amca mi yapti??
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bottom bitch •minsung
Adventure"o sorun yaratmıyor ve bir model gibi. bu yüzden o benim sürtüğüm." top! jisung bottom¡ minho -minsung.