Saatlerdir, hiç sıkılmadan gözlerini kırpmadan, karşısındaki duvarı tamamen kaplayan aynaya bakıyordu. Gözlerinin içine bakıyordu. Yalnızlığının vermiş olduğu hüznü seyrediyordu. Kalbinin acısını hissediyordu. Zihninin cam kırıkları ile dolu olan köşelerinde kaçışıyordu. Nefes almak için üstün bir çaba harcıyordu. Aldığı her soluk onu tıkıyor, boğuyor ve yeniden nefes alması için zorluyordu. Boşluğun ortasındaki hiçlikte yapayalnızdı. Etrafındaki tüm bu özel dekorasyonlar, paranın en iyi satın alabileceği mobilyalar, perdeler, örtüler ve dahası ona hiçbir anlam ifade etmiyordu. Dünyalara sahipti ancak varlığının hiçbir anlamı yoktu. Yoktu. Devasa yatak odasındaki, devasa yatağın ortasında, beyaz bir sabahlığı beline bağlamış bir şekilde anlamsızca oturuyordu. O günden beri doğru düzgün konuşmamış, yemek yememiş, hiçbir şeyden zevk almamıştı. Yoksundu. İhtiyacı canını yakıyordu. Öfkesi, buz tutmuş bedeni için biraz olsun nefes aldırıyordu. Öfkesi olmasa öleceğini biliyordu. Böyle bir boşluğun tarifi yoktu. Anlatamaz, dillendiremez, sözleri söyleyemezdi. Yapamazdı. Kırgındı. Dünyadaki her şeye kırgındı. Aldığı her nefese kırgındı. Baktığı her yere kırgındı. Dokunduğu her yüzeye kırgındı. Baştan sona kırgın ve kızgındı. O günden beri dağılmıştı. O kara ve lanet derecedeki berbat günden beri parçalarına ayrılmıştı. Ruhu adeta kayıptı. Bozulmuş hissediyordu. İhanete uğramış hissediyordu. Kandırılmış hissediyordu. Ancak bunlar tamamen dış dünyanın dayatmaya çalıştığı zorbalıktı. Kalbinin en derinlerindeki o küçük ancak güçlü kutuda içten içe gerçeğin farkındaydı. Valeria ona tutkundu. Bağımlıydı. Onsuz nefes dahi almak istemiyordu. Hareket etmek istemiyordu. Yemek yemek, duş almak, makyaj yapmak, giyinmek istemiyordu. Sadece bekliyordu. Ölümü sessizce bekliyordu. Çünkü şuandan itibaren başka şansı yoktu. Kilometrelerce uzakta, ondan uzakta, ulaşamayacağını düşündüğü bir yerdeydi. Evindeydi. Wondermoon malikanesindeydi. Yavaşça gözlerini etrafındaki zümrüt yeşili işlemelerden geçirdi. Başını yeniden karşısındaki devasa aynaya çevirdiğinde, bir şeylerin söndüğünü fark etmişti. Ruhu sönmüştü. Ruhu kaybolmuştu. Bedeni boş bir kabuktan ibaretti. Hareketsizdi.
Ülkesine dönene kadar bilinci yerinde değildi. Seattle'a geldiğinde gözlerini açmış ve daha önce yaşadığı o anı yeniden yaşamıştı. Abisi gözlerinin içine bakmış, evine hoş geldin kardeşim diyerek fısıldadığını duymuştu. O sözler, bedeninin alev alev yanmasına neden olan, can alan sözlerdi. Bedeni o kadar yorgun ve bitkindi ki, karşılık dahi verememiş, ağzını açamamış, neden diye soramamıştı. Abisi hayatına sahipti. Bunu bir kez daha fark ettiğinde, hayatında istediğinden emin olduğu tek şeyin ellerinden kayıp gitmişti. Evet, onu istemişti. Hala da istiyordu. Onu baştan aşağı istiyordu. Renato Lions'a sahipti. Kısa bir süre dahi olsa ona sahipti. Bedenine, ruhuna sahipti. Onu kazanmıştı. Onu tüm o kötülüklerine, acımasızlıklarına, merhametsizliğine rağmen kazanmıştı. Kazandığı anda ise kaybetmişti. Tıpkı onun kendisini kaybettiği gibi.
"Val? İçeri gelebilir miyim?" diye seslendi kapı arkasından tatlı, cana yakın ve hayatı boyunca sevip, güvendiği tek dostu. Tek arkadaşı. Şimdi ise abisinin karısı. Sapphire RedFlame Wondermoon. Genç kadın ses vermemiş, ona karşı tepki vermek istese dahi yeterince güçlü tondan kendisini duyuramamıştı. Güçlü değildi. Bitkindi. Sapphire kapıyı açıp, içeri girdiğinde kızıl saçları beline kadar dalga dalga düşüyor, güzelliği baş döndürücü bir şekilde varlığını belli ediyordu. Turkuaz tonlarındaki mini, gösterişli elbisesi ve gold renkli topuklu ayakkabıları ile yine kendisini özene bezene süslediği belliydi. Kadın modanın kalbiydi. R&F markasının yegane sahibi, tek yetkilisiydi. "Ah, Val..." Yüzünü astı Sapphire. Hayatında bir kız kardeşe sahip olmamıştı ancak Valeria'yı her daim öyle görmüş, o şekilde davranmıştı. Onun adına üzülüyordu. Kocasını tanıyordu. Kocasının gazabını biliyordu. Dünyadaki en zor adamla evli olduğunu da biliyordu. "Valeria lütfen bir şeyler ye. Lütfen..." Sapphire dikkatli adımlarla genç kadına yaklaşıyor ancak kendisine hala bakmaması onu daha çok üzüyordu. Onlar en yakın arkadaşlardı. Onlar aileydi. Onlar birdi. Şimdi ise aile mahvolmuş haldeydi. "Val..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valeria II Lions
RomanceOnu kazandığı anda kaybetmişti. Şimdi ise daha öfkeli, daha şeytaniydi. Tek hedefi sevdiği kadını geri almak ve bir daha kendisinden koparılmasına izin vermemekti. Acımasızlığının sınırı olmayan Renato için geçmişindeki hayaletler de musallat oldu...