Güneş batmıştı. Güneş batmış ve şehrin üzerindeki tüm ışıkları geri çekerek adeta karanlığa mahkum bırakmıştı. Valeria izliyordu. Sessizce, hareketsizce, geniş yatağının içinden, muhteşem terasındaki deniz manzarasının üzerinde adeta tüm bu olumsuzluklar sebebiyle kaçıp giden, ışığı seyrediyordu. Gücün sönüşünü, yerini karanlığın alışını seyrediyordu. Kendisi ile bağ kuruyordu. O da böyleydi. Güçlü, güzel, ışık saçan, bulunduğu ortamı aydınlatan muhteşem bir kadındı. Ancak şimdi? Şimdi ise karanlığın içine hapsolmuş, pes etmiş, çıkmak için çabalamayan biriydi. Karanlığı boyladığını, bu büyük, lüks ve paranın satın alabileceği en iyi malzemelerle döşenen malikaneden çıkamayacağını biliyordu. Jonathan, abisi onu bir kez daha esir almıştı. Tüm hayatı boyunca abisinin kontrolü altında hayatını sürdürmüş, ilk kez bir buçuk sene önce kaçış fırsatı bulmuş ve başka bir avcının kurbanı olmuştu. Yine kafese girmişti. Üstelik çeşitli eziyetler, vücuduna aldığı darbeler ve ruhundan başka tutunacağı hiçbir şey kalmamıştı. Ona adanmıştı. Ona bağlanmıştı. İlk başlarda ondan ölesiye nefret ediyordu. Onun sapkın zevklerinden ve kötülüklerinden korunmak için birçok yol aramıştı ancak hepsi boşaydı. Renato kendisine tamamen mecbur kılmıştı. Yaptığı onca şeyden sonra bile kalbindeki karşı konulmaz aşk, Valeria'yı öldürüyordu. Söylediği onca yalandan sonra bile ona aşıktı. Başından beri yaptığı tüm bu planlar, kendisini oyuna düşürmek, hayatını mahvetmek üzerine kurulmuştu. Yok etmek için kurulmuştu. Şimdi ise durum niye bu kadar can sıkıcıydı? Los Angeles'ı terk etmişti. Abisi zorla onu oradan koparmıştı. Almıştı. Bunu yapabilecek tek kişinin yine Renato kadar acımasız, karanlık şöhrete sahip olan abisi olması ayrı bir ironiydi. Kötülük gerçekten de kötülükle son buluyor muydu? Bu bir son muydu? Gerçekten son muydu? Onu son kez mi görmüştü? Son kez mi onunla konuşmuştu? Eli hızlıca boynundan haftalardır çıkarmadığı, Renato'nun bizzat taktığı özel tasarım kolyeye kaymıştı. "Muhteşem ay ve aslan. Sen ve ben." Zihni sürekli bu sözleri tekrarlıyordu. Kendisi için söylediği bu sözleri tekrarlıyordu. "Seni seviyorum Valeria Wondermoon" dediğini hatırladıkça gözleri doluyordu. Gerçekten de sevmiş miydi? Gerçekten de kendisine aşık mıydı? Renato Kai Lions. Neden böyle bir adamdı? Neden kendisine bunca eziyeti yapmış, sonrasında ise aşkını hiç beklenmedik bir şekilde itiraf etmişti? Neden?
"Valeria?" diye bir ses duydu genç kadın. Kafasını hızlıca kapıya doğru çevirmişti. Bu sesin sahibini çok iyi tanıyordu. Bu tatlı sesin sahibi hayatı boyunca kendisini desteklemiş, yanında olmuş, en zor zamanlarında dahi yardımını esirgememişti. Gözyaşları gittikçe hızlanıyordu. Elinde değildi. Aşırı duygusaldı. "Tatlım içeri girebilir miyim?" Bir kez daha seslendi güzel ses tonuna sahip olan kadın. Valeria uzun süredir yüksek tondan konuşmadığı için, sesini duyurabileceğinden emin değildi. Kafasını hafifçe sallıyor, gelmesini istiyordu ancak bu boş ve kocaman odada kim onu görebilirdi? Yavaşça yutkunarak, hafifçe öksürmüştü. İçeri girmesi için sesleneceği sırada sanki aklını okumuş gibi kapı kolu dönerek açılmıştı. Kapı aralandığında genç kadın titrek bir nefes almıştı. "Ah, benim güzeller güzeli Valeria'm..." diye söylendi.
"Alice teyze..." Sesi ince, kırılgan ve güçsüz çıksa da, bir önemi yoktu. Alice onu anlamıştı. Bir saniye daha beklememiş ve ayağındaki muhteşem stilettolara nazaran koşarak, genç kadını kolları arasına almıştı. Ona sıkıca sarılıyor, ağlaması güçlenip, hıçkırıklara dönüştükçe sırtını sıvazlıyordu. Konuşmuyordu. Hiçbir şey söylemiyordu. Kollarındaki genç kadının zarif, kırılgan ve güçsüz haline baktıkça onun da gözyaşları cildinden süzülüyordu. Alice Spannel, Valeria ile Jonathan'ın annesinin üvey kız kardeşiydi. Bu da üvey teyze anlamına geliyordu ancak Alice, üvey kız kardeşi Eliza'dan daha iyi bir insan ve hiç çocuğu olmamasına nazaran muhteşem bir anne figürüydü. Jonathan'ın öfkesi ve kini yüzünden yıllarca çocuklarla uzaktan ilgilenmişti ancak onların her derdinde yanlarında olmak için elinden gelen çabayı sarf etmiş, asla ellerini üzerlerinden çekmemişti. Jonathan'ın nefreti yüzünden yıllarca bu eve girememişti. Yıllarca kendisine kötü davranmıştı ancak onun kalbi o kadar büyük ve güzeldi ki, tüm bunları anlayışla karşılamıştı. Alice, üvey kız kardeşi Eliza gibi sarışın değildi. Simsiyah saçları, bal rengi gözleri vardı. Güzelliği duru ve yalındı. İncecik zarif bedeni ve uzun boylu bir yapısı vardı. Kırk sekiz yaşında olmasına nazaran yaşını hiç göstermiyor, onu görenler otuzlarında sanıyordu. Neşeli, yardımsever ve cıvıl cıvıl, akıllı bir kadındı. Başarılıydı. Seattle'ın en başarılı, en iyi okullarından biri olan Rising Royal Akademinin müdürüydü. Açıkçası okulu devralmasına çok az kalmıştı. O okul ona aitti. Emeği çok, başarısı göz ardı edilemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valeria II Lions
RomanceOnu kazandığı anda kaybetmişti. Şimdi ise daha öfkeli, daha şeytaniydi. Tek hedefi sevdiği kadını geri almak ve bir daha kendisinden koparılmasına izin vermemekti. Acımasızlığının sınırı olmayan Renato için geçmişindeki hayaletler de musallat oldu...