9

53 8 0
                                    


Ertesi Gün...


Gözlerimi açtığımda dinlenmiş ve uykumu almış hissediyordum. Daha da ilginç olanıysa Levent yanımda uyuyordu. Muhtemelen kolunu yastığa yaslayıp beni izlediği için -ateşim çıktığı için- o şekilde uyuya kalmıştı. Onu uyandırmamaya çalışarak yavaşça ona döndüm ve ellerimi yanağımın altına koydum.

Aramıza düşen telefonunu fark edince karşı koyamadığın bir merakla alıp ekran kilidini açtım. Şifre yoktu. Ekrandaki bildirime göre en son arayan annesiydi ve saat 10.00'du. Artık iyi olduğuma göre odadan çıkmamızın zamanı gelmişti. İnsanlar birbirinin koynundan çıkamayan yeni evli bir çift olduğunuza emin olmuş olmalıydı şimdiye kadar. Bu imajı isteyerek vermemiştik ama işime yarayacaktı. 

Elini uzatıp onu uyandırmak üzereydim ki telefonu çalmaya başladı. Ekrana baktım.

Annem Arıyor.

Annesi..

Anne.

Levent'in gece söyledikleri aklıma geldi. Benim de bir annem olabilir miydi? Zehra Teyze benim de annem olabilir miydi? Beni sevebilir miydi? En azından birkaç aylığına beni sevebilir miydi? Bencillik kalbimi esir aldığında telefonu cevapladım:

--'Alo.. ?' Anne diyememiştim. Belkide demeliydim ama bir an için söyleyememiştim. Zehra Teyze'nin tüm günahlarımı yüzüme vurup canımı kimsenin yakamayacağı kadar yakmasından korkmuştum. Çünkü yakardı. O bir anneydi. Dahası Levent'in dediğine inanırsam benim de annemdi. Peki o benim annem olmak ister miydi? Sessizliğini kötüye yordum. Belki de Levent'in dediği gibi beni sevmeyecekti. Oğlunun telefonunu açmama bile kızabilirdi. Kadın çekingen bir sesle:

--'Kızım?Uyandırmadım inşallah?' dediğinde tuttuğum nefesi bıraktım. Kızım demişti bana. Belki sadece öylesine bir kelimeydi bu onun için. Belki sokaktaki bir çocuğa, komşu kızına ya da bir devlet dairesindeki memureye de kızım diyordu. Ama benim için bunun bir anlamı vardı. Levent'in yüzüne bakıp:

--'Hayır ben uyanmıştım. Ama Levent uyuyor. İsterseniz uyandırayım?' diye teklif ettiğimde hızlıca cevapladı:

--'Yok yok. Gerek yok. Kusura bakma. Merak ettim, sesiniz çıkmıyordu. İyisiniz değil mi?' Levent onu en son ne zaman aramıştı acaba? Emin olamadım ama yarım günden fazla olmalıydı. Benimle uğraşmıştı. Gezmek için geldiği şehirde bir odaya kapanmak zorunda kalmıştı. Mahçup hissettim. 

--'İyiyiz. Endişelenmeyin. Buralar çok güzel.' dedim ve Levent'e sırtımı döndüm. Sanki gezmekten onları aramaya vakit bulamamışız gibi yalan söylüyordum annesine. Oysa adam iki gündür bana bakıyordu. Sesine yansıyan bir mutlulukla:

--'Levent fotoğraf attı. Ev çok güzel gerçekten. Saray gibi.' diye lafı uzatınca içten içe sevindim. Oğlum uyuyor deyip konuşmayı kısa da kesebilirdi. Beni gerçekten sevme ihtimali var mıydı yani? Bu düşünce beni -Gökçe Arslanoğlu'nu- kıkırdattı. Ama öyle şakacıktan ya da başka bir imayla değil. Ciddi ciddi neşeden gülüyordum.

--'Aslında saray diyebiliriz. Derebeyi kalesi burası.' diye açıkladım keyifle. O da kıkırdadı. 

--'Ay sahi mi? Otele mi çevirmişler? Ne güzel.' dedi ilgiyle. 

--'Hayır. Ron'un arkadaşının ailesi 800 yıldır burada yaşıyormuş. Hala yaşıyorlar aslında. Ama çocuk bir iş için yurt dışında şimdi. Evdekiler bizimle ilgileniyor.' Cevabım bir yandan beni gururlandırdı ama aklıma bu balayını Levent'in finanse etmediği gelince duraksadım. Bütün bunlar onları gücendirir miydi? Özel uçak ve şato ailemin ayarladığı şeylerdi. Doğal olarak para bile harcamamıştık ama ne düşünürdüler emin olamazdım. 

KurşunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin