Uyandığımdan beri onu düşünüyordum. Levent mecbur olmadığını söylesem de gece yine yanımda kalmıştı. Üstelik "senin için kalıyorum" dememiş olsa bile bu anlama gelecek şeyler söylemişti. Söylemişti, değil mi? İki gündür sağanak yağsa da yağmurdan korkuyor olamayacağına göre öyle olmalıydı.
Alnım göğüs kafesine yaslı ve kollarının arasındayken -yani o uyurken- normal hissediyordum. Mutlu ve normal. Gerçi ikisinin de ne olduğunu tam olarak bilmiyordum ama bu olmalıydı. Keşke aynı zamanda geçici ve sahte olduğunu da bilmiyor olsaydım. O zaman inanmak ve tadını çıkarmak daha kolay olurdu. Oysa şimdi yalnızca gideceği için hissettiğim keder geliyordu bu hislerin ardından. Benim mutlu ve normal olmaya hakkım var mıydı ki hem? Yoktu.
Belki ellerimde bu kadar kan olmasa.. Ona daha önce kimseyi bırak yatağıma almayı öpmediğimi söylesem beni ister miydi? Sever miydi? Keşke, keşke demek için bu kadar geç kalmamış olsaydım. Levent benim gibi birini sevemezdi. Bunun olacağına inanmak düpedüz aptallık olurdu. Ellerim temiz olsa bile babam yeterdi onu korkutup kaçırmaya.
Hiç kimseyi öldürmemiş olup yalnızca Arslanoğlu soyadını taşımakla lanetlenmiş biri olsam dahi öğrendiği anda benden kaçardı. Bütün erkekler gibi..Bütün aklı başında erkekler gibi. Kim bir mafya babasının kızına yan gözle bakmaya cesaret edebilirdi ki? Bu yaşıma kadar bana asılmaya çalışanların sayısı bir elin parmaklarını geçmemişti.
Derin bir nefes alıp onu rahatsız etmemek için yavaşça verdim. Kimse umurumda değildi. Bana sadece bir kişinin bakmasını istiyordum. Sadece Levent'in gözlerinin içine bakmak, hayatımın sonuna kadar böyle uyanmak istiyordum.
İmkânsız...
Hayal kurma Gökçe. Şu sınırlı zaman bile senin hak ettiğinden çok fazla. Bunu ona âşık olduğumu anladığım ilk andan beri biliyordum.
Bazı geceler aynen bu şekilde odamda yalnız yatarken gitmemesi için onu nasıl ikna edebilirim diye düşünecek kadar bencilleşiyordum. Tehdit edebilirdim ama kendi isteğiyle kalmasıyla asla aynı olmazdı. Derin bir nefes daha alıp vazgeçtim. Hayal kurmanın âlemi yoktu bu saatten sonra.
Kalkmak için hareket ettiğimde kolları izin vermedi bana. Sıvazlar gibi elini sırtımda gezdirmeye başlayınca uyanıp uyanmadığını merak ettim. Mırıldandı ama ne dediğini anlayamadım. Elbette uyanmamıştı. Öyle olsa ateşten kaçar gibi kaçardı benden. Eli sırtımın ortasında durup bu defa beni kendine çekince bedenlerimiz arasındaki mesafe kapandı.
Hareketsiz geçen yirmi dakikadan sona tekrar dalmak üzereydim ki uyandı. Önce kollarını çekip geriledi ardından tamamen ayılıp neredeyse sıçrayarak kaçtı ve yatağın öbür ucuna gitti.
--'Günaydın.' deyip üzüntümü saklayarak sırtüstü döndüm. Şimdiden üşümeye başlamış olmam çok garipti. Gözlerini ovalayıp sersemce:
--'Günaydın.' diyerek yanıt verdi. Bu halinin ne kadar tatlı olduğunu biliyor mu acaba diye düşünmeden edemedim. Bana kalsa günlerce yalnızca onu izleyebilirdim. Ama sadece izleyebilirdim. Asla benim olmayacaktı.
--'Merak etme namusunu kirletmedim.' dedim ve güldüm içtenlikle. Yanakları anında kızarınca daha da sevimli oldu koskoca adam.
--'Yok. Şey..Ben. Uyurken fark etmeden..Affedersin..' Of be adam.. Karşımda cümle kuramayacak kadar korkuyor musun benden hala?
--'Kızmadım, sakin ol. Annenlere kaçta gideceğiz? Yemek yiyelim diyordu düğünden önce.' dedim konuyu değiştirmek için. Yoksa domatese dönüp patlayacak gibi görünüyordu doktor. Duraksadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurşun
General FictionSeviyorum mümkün değil Aramızda kurşun, yasak bölge var. Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel Kanunu yapanlar ihtiyar *** --'Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim.' diyebildim. Onu kurtarmak için bile olsa bu kadar ağır bir yalanın altında ez...