HOSEOK
Niçin burada olduğumu merak ediyordum, yani yaşamın bizi neden buralara sürüklediğini ve bunlara neden katlanmak zorunda kaldığımızı. Büyücüden ürkmeme rağmen bu tuhaf yerde en yakınım oymuş gibi hissediyordum, burada dışlanıyor olmak bizi aniden yakınlaştırıp bir takım haline getirmişti. Biz canavar değildik, bir noktada insanlardan farklı bir yaratık olduğumuz kesindi ama yine de duyguları olmayan ve saldırıya ayarlanmış bir robot değildik.
Vampirlerin birçoğu karanlık ve korkutucuydu, buna kendim de kesinlikle dahildim çünkü sınırımı belirleyen şey iradeydi ve herkesin benim kadar iradeli olamadığını bildiğim kadar çok fazla zorlanırsam benim de irademin yok olabileceğinin bilincindeydim. Doğrusunu söylemek gerekirse insan denen varlığı fazlasıyla sinir bozucu ve ahmak buluyordum, insanlar her şeyi aynı kefede değerlendirmeye programlanmışlardı.
Bir biçimde kötü bir vampirle tanıştılarsa tüm vampirler kötüydü, tanıştıkları tüm vampirler kötüyse geri kalan hepsi de onlar gibiydi, görüldüğü üzere basit bir düşünce sistemleri vardı. Oysa ki kötü bir insanla tanışıyorlardı, tanıştıkları tüm insanlar da kötü olabiliyordu ama sırf kendileri de bir insan oldukları için yekpare tüm insanlar kötüdür diyemiyorlardı. Kendi türüm ya da insanlık hiç farketmeksizin daima kendilerini bir şeylerin dışında tutma eğilimi gösteriyorlardı, ben kötü olduğumu biliyordum ve bunu inkar etmiyordum.
Kötü olmasına rağmen bunu kendine itiraf edemeyen beyinsizler ise genellikle okları başkalarına yönelterek içten içe hissettikleri suçluluk duygusunu bastırmak için diğerlerini hedef gösterirdi. Öte yandan kelimelere hepimiz aynı anlamı vermiyorduk ve kelimeler onlara biçtiğimiz anlam kadarlardı. Birine göre bencillik kötülüktü ve kimine göre olması gerekendi. Çünkü biri bencilliği başkalarına zarar vermek için salt kendini düşünerek kullanabilirdi ve harcardı, biri ise kendine duyduğu saygının ve sevginin her şeyin önünde olduğu anlamında kullanırdı bu kelimeyi.
İkisine de bencillik deniyordu ve aynı sözcüğün altında birleşiyorlardı ama biçilen anlam değişiyordu ve farklılaşıyordu. Bu sebeple de kötülüğün ne anlam ifade ettiği de kişiden kişiye göre değişiyordu. Burada da insanlara ne kadar iyi davrandığımızın bir önemi olmayacaktı çünkü yaptığımız iyilikler bile kötü görülecekti, çaba sarf etmenin anlamsızlığını düşünüyor ve buna göre hareket ediyordum. Ayrıca susuyor ve acıkıyordum, bunu başarıyla kontrol edebilsem de avlanmam gerektiği de aşikardı, onların yediği yemeklerden yemek veya içmek benim için çerez gibi bir şeydi asla doyurmuyor ya da susuzluğumu dindirmiyordu.
Bir hayvanın kanını emmekten başka hiçbir şey içimdeki isteği bastıramazdı. Onlar dualarını ettikten sonra şu tuhaf eleman yanıma gelmişti, değişik değişik danslar edip şarkılar söylemişti ve şimdi de bana yaklaşması beni huzursuzlandırmıştı. Büyücü de ortalıkta yoktu ve ondan uzak olmak beni pek mutlu etmemişti, onun başına bir şey gelmesini istemiyordum ki kendi başıma da bir şey gelmemesi için o önemli bir unsurdu. Yine de bu ona değer vermek istemediğim için kendi kendimi sadece çıkarlarımı düşündüğüme dair ikna etme çabamdı.
Gözlerini kısarak bana "Yediğiniz meyveler sizin açlığınızı pek dindirmemiştir, kasabamdaki insanlara açlıktan ve susuzluktan zarar vermenizi istemem. Benim gözetimimde avlanacaksınız"demişti. Elinde mum tutan adamla birlikte topladıkları yerden büyücü ve şu Vampir Katili diye nam salmış olan herif de çıkmışlardı, mum tutan adam bana ateş saçan gözlerle bakıyor ve adeta sadece gözleriyle beni öldürüyordu. Ben de ona tehditkar bakışlar gönderdikten sonra bana avlanmamı teklif eden kişiye "Güzel" demekle yetinmiştim ve sonra büyücüyü göstererek "Ama o da bizimle gelmeli"dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Batağı
FantasyAy Çocukları inat etti, yaşayacaklardı hem de Kurşun geçirmeden! Kana susamışları da kanla aktardıkları genleri üstün tutanları da alt edeceklerdi. Çöl Batağı, duvarın öteki tarafı ya da tüm dünya hiç farketmezdi onlar için. Yaşayacaklardı ve hayatt...