16.

29 4 38
                                    

JUNGKOOK

Ben çoğu kişinin "Burnunu sokma" dediği işlere burnumu sokardım, toplulukların dışına çıkar hiçbirine uyum sağlayamazdım, şirin görüntümün altında ise tehlikeli olduğum aşikardı. Prometheus gibi emirlere hiçe sayar ve ateşi armağan ederdim insanlığa, inandıklarına inanmaz ve anıtlarını yıkardım. Çünkü baş düşmanlarına tapınan ahmaklar vardı tarihte, Zeus gibi nicelerini baş tacı edip güçlerinden korktukları için ona dua ederlerdi.

Celladına aşık olmak tam olarak bu'ydu işte ve hiçbir romantik tarafı da yoktu ahmaklıktan öte. Deniz kenarında güneş gözlükleriyle etrafta dolanan turistlerin bu halkın niçin böyle giyindiğini, modernlikten bu kadar uzak olduklarını sorgulamamaları göz devirtecek cinstendi. Ben de duymuştum, haberini almıştım kendini tanrı sanan deli kralın, kan emiciler...

Halkı köle olarak gören o aşağılık züppeler, tanrısız olmam ve güçlerimin sınır tanımaması belki beni tehlikeli yapıyordu diğerleri için ama en büyük tehlikeyle el sıkışmıştı onlar. Bana duydukları kini vampirlere duysalardı eğer belki çoktan prangalarından kurtulmuş olurlardı, yine de Çöl Batağı'nı aklımdan çıkaramazdım.

Demek orayı gizleme büyüsüyle kaplamışlardı ha? Ne kadar yıldır bu böyle devam ediyordu, bu büyüyü yapan kimdi ve siktiğimin bir büyücüsü nasıl olur da vampirlerle iş birliği yapardı da böyle bir büyüyü gerçekleştirirdi bilmiyordum. Fakat ben gelmiştim işte, oyunbozan, düellolarda daha ilk adımda görünmez olan, satrançta tüm taşları çalan ve boş tahtayı onlara sunan, kumarda kartların hepsini aynı desene büründüren bendim.

Şeytanlar ve melekler sevişseler ancak benim gibisi çıkardı ortaya, zihnimde karanlığı da aydınlığı da taşıdığım gibi ikisiyle de barışmaya ve ikisi için de doyuma ulaşmaya çalışırdım. Bir yönümü diğerine üstün tutmadım, bütünken güzeldim ve bunun da farkındaydım, acımasız değildim belki, şimdilik.

Bana verildiği kadarıyla vermezdim kişilere, bana verdikleri kadar diğerlerine verdiklerine de bakardım ve ya beraber sevimli kaplumbağalarla sularda yüzerdik ya da cehennem azabını dünyada tatmalarını sağlardım. Bana verdiklerinin her zaman daha çoğunu sunardım üstelik, iyilikte de kötülükte de. Yeryüzünü sınırlara bölmüşler, kime ne?! İsyanım büyüktü benim, karış karış tüm topraklarda isyancıydım çünkü.

Ve demek şimdi gizleme büyüsü yapmışlardı oraya öyle mi? Yalnız boyun eğenlerin aurasının rengi gri olurdu ve Çöl Batağı'nda gri renkler olduğu kadar farklı renkler de vardı. Bense boyun eğmeyenler için savaşırım, beni tanımalarına ihtiyaç da duymam. Bu yüzden kendime bir söz verdim, gizleme kalkanı büyüsünü bozmak için. Gülümsedim, üstümde sade beyaz kumaştan bir kıyafet vardı tüm kasabalıların giydiği gibi.

Turistlerden kesin bir şekilde ayrılıyorduk böylelikle, gülünç olan kasabalıların modern hayattan uzak olması değildi çünkü arabalar, bilgisayar ve teknoloji aslında en çok bu şehirde gelişmişti. Soylular son model arabalara, ileri düzeyde teknolojik aletlere ev sahipliği yapıyordu. Halk ise kıyafet açısından bile yoksundu, geçmiş döneme sıkışıp kalmış gibi yaşıyorlar, hala daha at arabalarıyla -ki o da şanslılarsa- ve benzer şeylerle iletişim sağlıyorlardı.

Aynı anda hem modern hayata hem de ilkel yaşama bu derece ev sahipliği yapan bir yerin benzerini görmemiştim gezdiğim hiçbir ülkede. Turistlerden birinin kayalıkta unuttuğu güneş gözlüğünü taktım ve denizi izlerken limanda, sırıttım ve ağzımdaki çam sakızını çiğneyerek "Artık ben varım"dedim. Kendime güvenim tamdı, Babil'in yok olan asma bahçelerini bile bulurdum kafaya koyarsam ve benim kafamda şuanda sadece Çöl Batağındaki büyüyü ortadan kaldırmak vardı.

Çöl BatağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin