"Bu gülenlerin tacını, bu gül çelengi-tacı: size, kardeşlerim, atıyorum bu tacı! Gülmeyi kutsadım ben: siz, daha yüce insanlar, öğrenin- gülmeyi!" -Nietszche
JIN
Dün duvara gitmiş olmalarına rağmen yeni güne başladığımızda çocuklar Taehyung ve beni, beraber ikinci birliğe katarak gündüz nöbetçilerinde yer almıştık. Taehyung görev almasının sorun olmayacağını söylemişti, benimle özellikle konuşmuyor ve görmezden geliyordu ama baş başa kalana kadar ben de ona yaklaşma taraftarı değildim. Yalnız kaldığımızda konuşacaktım onunla, onu dün istemeden de olsa kırmıştım.
Gece rüya görmüştüm ve aklıma sürekli gördüğüm semboller düşüp duruyordu, pek bir anlamları yoktu yani ben bir şeye benzetemiyordum ama yine de bir şekilde unutmamak için sürekli tekrarlayıp duruyordum zihnimde. Kahvaltıdan sonra Taehyung, Matai'yi bugün görev almayacak olan Namjoon'a emanet ederken benim yanıma gelmeyi hiç istemiyor gibi görünüyordu ama birlikte gidecektik nöbet noktalarımıza o ne kadar kaçınsa bile. Ben silahlarımı hazırlamıştım, kılıcım ve okum yerli yerindeydi ve Taehyung'u göz hapsine alıp yanıma gelmesini bekliyordum.
Matai yine biraz zorluk çıkartıyordu, Taehyung'dan ayrılmak istemiyordu, Taehyung da yarın beraber av birliğine katılabileceklerini ve deniz kenarına gidebileceklerini söyleyerek onu rahatlatmaya çalışıyordu. Taehyung'u beklerken onunla aramı nasıl düzelteceğimi düşünüyordum, evet o çok agresif biri olabiliyordu ama aynı zamanda da tam bir çocuktu, kalbi yumuşacıktı.
Ona bir gülümseme sunup içtenlikle söylemek istediklerimi söylersem soğukluğumuz eminim düzelirdi fakat ben muzip bir şekilde daha fazlasını yapmak istedim. Doğa ve doğanın parçaları bizi her zaman özümüze yakın hissettirdiğinden iyileştirici güce sahiptir, yaratanın teni doğadır* derdi annem bu yüzden minik bir jestin Taehyung'un da üzerinde iyileştirici gücü olacağına inanarak etraftaki çiçeklerle ona bir taç yapmaya başladım.
Yoongi yanıma gelip açılan belimi örterken ben de elimdeki çiçekleri birbirine örmeye başladım saplarından "Hyung, Taehyung hala gergin biraz suyuna git olur mu?"dedi. Gözlerimi devirerek "Yoongi, merak etme ne zaman ne yapacağımı ve nasıl doğru cümleler kurabileceğimi biliyorum"dedim. Yoongi somurtarak "Ben de biliyorum ama senin de bazen ani parlamaların olabiliyor diye dedim"dedi, iç geçirip onu elimle geçiştirirken yere düşen çiçek yüzünden Yoongi'yi yanımdan kovdum.
Bazen kendimi olduğum yaşın çok daha ötesinde ihtiyar hissediyordum, öğrendiğim öğretileri unutmamak için sürekli tekrar ediyordum ve bundan da büyük bir zevk duyuyor ruhumun halkası genişliyor gibi hissediyordum. Taehyung'un tacını hazırlayıp koluma astıktan sonra hala onu bekliyordum, doğruya doğru Taehyung'un biraz da beni sinirlendirmek için yavaş davrandığını düşünüyordum çünkü diğer nöbet noktalarına gidecek olan birliktekiler çoktan yola gitmişlerdi bile.
Yine de sakinliğimi koruyordum, çok fazla sinirlenen biri değildim zaten. Bu sırada da vaktimi boş geçirmemek için yaslandığım ağacın karşısına geçip gözlerimi kabuklarının ve halkalarının üzerinde gezdirdim, hatırla Jin unutma varlığını, sana öğretilenleri, hislerine güven ve bırak yönlendirsinler seni izin al ve teşekkür et! Ağacın gövdesine yumuşak bir biçimde üç kez vurdum ve gözlerimi kapatıp odaklandım, karanlığa bürünse de bakışlarım karşımdaki ağacı tahayyül edebiliyordum ve ormanın iyesiyle** konuşmaya başladım içimden.
Ey ormanın iyesi! İzin ver doldurayım nefesini ciğerlerime, koru tüm dinlerin çocuklarını, özür dilerim ezdiğim taşlarından ve topraklarından, otlarından. Özür dilerim koparttığım meyvelerinden ve çiçeklerinden, değdiğim ağaçlarından ve tüm varlıklarından. Fakat öfkelenme bana varlığım değil ışıktan ve ruhtan, tenim ve kanım var benim tıpkı sakladığın hayvanların kanından ve teninden, dokunmak ve değmek zorundayım ben de senin tenine. Ormanı koru, beni koru, bizi koru. Ey ormanın iyesi, ruhunu doldurduğun çiçeklerini koparttığımızda serbest kalsın ruhun ve süzül kopardığımız yerlerinden, şarkılarını söyle ve koru ormanın köklerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çöl Batağı
FantasyAy Çocukları inat etti, yaşayacaklardı hem de Kurşun geçirmeden! Kana susamışları da kanla aktardıkları genleri üstün tutanları da alt edeceklerdi. Çöl Batağı, duvarın öteki tarafı ya da tüm dünya hiç farketmezdi onlar için. Yaşayacaklardı ve hayatt...