"Acıların senin parlayan yıldızlarındır, onlardan kaç."
İçerik üreticisi olan Yıldız Kara, gittiği röportaj sonucu tanıştığı kişinin onun geçmişiyle yüzleşmesinde aracı olacağını aklından bile geçirmemişti.
Geçmişinde kendisinin sessiz çığlıkları v...
"Yıldız..." diye fısıldıyor bir ses. Ben yine aynı boğuluştayım. Yine aynı kabuslar ve feryatlar.
Bu sefer gördüğüm rüyada ise gökyüzünden ateş yağıyordu ve ben gücümü ateşten alıyordum. Ateş yağmurunun altına uzanmıştım ve kül olurken gücü elimde tutuyordum.
Sağ elimde ateş, sol elimde su vardı. Ateşi gökyüzünden çalmıştım, suyum ise sönmüyordu.
Ama aslında her şey tam tersi olmalıydı, öyle değil mi? Gökyüzünden suyu çalmalıydım, ateşim sönmeliydi.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
"Yıldız." Bir daha aynı sesi duyunca kafamı salladım ve kısa bir uykunun sonuna geldiğimi anladım. Bu kestirme "şekerleme" olarak tanımlanabilirdi, belki de ama hiç de şekere benzer bir yanı yoktu gördüğüm rüya yüzünden. Başımı arabanın koltuğundan ayırdığım ilk an yaptığım şey gökyüzüne bakmak olmuştu. Zifiri bir karanlık vardı. Ama ateş yoktu. Karanlığı delip gelen bir su yığını... Yağmur damlaları... İrkildim.
Gerçek hayata döndüğümü anlayınca bana seslenen kişiyi öğrenmek için kafamı çevirdiğimde en son otele gelmek üzere yolda olduğumuzu anımsıyordum. Birkaç şarkı dinliyorduk ve yolumuz az kalmıştı. O arada uyuklamış olmalıydım. Tam rüya beni kendine çekecekken Akın beni uyandırmaktan korksa da kısık ve şefkatli sesiyle beraber mecburen uyanmıştım.
"Efendim?" dedim tamamen açmaya çalıştığım gözlerim ve boğuk, içten sesimle. Bana tebessüm edip kafasıyla sol tarafı işaret etti.
"Geldik..." Yutkunarak kafamı işaret ettiği yöne çevirdim. Koca bir binaydı. Aydınlatmalar sayesinde gördüğüm bina, sarı yaprakla donatılmış bahçeliydi. Çokça aydınlatması vardı ama bakımsız ve ıssız görünüyordu. Eminim ki buraya gelirken bizimkiler konforu değil, eve olan yakınlığı dikkate alarak seçmişlerdi. Hepsi yine de benim yüzümdendi. Şu an Kerem'in evinde huzurlu bir şekilde kahkahalarla oyun oynuyor olabilirdik. Hatta daha fazla -kendimizi kaybedecek kadar- sarhoş olup saçmalamanın dibini vururduk, kim bilir?
Akın'ın dediğine kafamı salladım ve onun gözlerinin içine baktım. Siyaha çalan lacivert gözlerine... Yakışıklı suratına, bana dönük olduğu için ortaya çıkan boyun çıkıntısına, beyaz tenine...
Kendimi daha fazla kaptırmamak için yutkundum ve o da bana baktığı için oluşan sessiz ortamı bölerek konuştum. "Telefonum hiç çaldı mı?" diye sordum kısık sesimle. Sesim gür çıksın diye zorlasam da olmamıştı. Olumsuz anlamda başını sallarken hâlâ koltuğunda bana dönük bir şekilde beni izliyordu, sanki dünyadaki en önemli şey benmişim gibi. Bu onun bütün vücudumun karıncalaşmasına neden oldu.