Sürülemeyen Merhemler.

54 4 35
                                    

Geçiş bölümü, Kız Çocuklarının Kaderi Annelerine benzer.

-

09.04.1964

Bir feryat sesi vardı, acıydı bu ses, çok acıydı.  Saf bir acı. O feryat sesi bir anneye aitti. Gözünden bir damla yaş düştü annenin, umursamadı. Derin nefesler aldı, alından boncuk boncuk terler akarken başında kardeşi hem alnını siliyordu hem de onun elini tutuyordu destek amacıyla.

Ayrık iki bacağının arasında olan kadın stres yapmamaya çalışsa bile sesi titrerken "Hadi," dedi. "Biraz daha dayan Firuze, biraz daha!"

Firuze dişini sıktı, küçük bir şekilde inledi ve var gücüyle ıkındı. Aslında istemiyordu, bu çocuğu hiç istememişti.

Yıllar sonra da hiç istenmeyecekti bu çocuk, istemeyecekti de.

Sonra yine bir çığlık, bu sefer bir canlının ilk defa dünyaya geliş amacını belirleyen bir çığlık.  Delirten bir çığlık...
Firuze yine ağladı ama bu bir pişmanlıktı, pişmanlığın sanrısı. Bu çocuğu hiç istememişti. Ama ne olursa olsun doğurmuştu, mecburdu. O da bir canlıydı, nasıl kıyabilirdi? Fakat çocuğu kıyardı. Yapamadığını yapardı. Çünkü çocuklar hep masum kalmamıştır. Büyüdükçe masumiyet giderdi.

Sonra o çocuk büyüdü. Büyürken babasını hep bir başkası bildi. O kız çocuğu, minik Fadime. Annesinin ismine ismi benzeyen Fadime. Doğum günü 9 Nisan olan Minik Fadime. Bu hayata delirmek için gelen Fadime. O, yıkık dökük evde doğan Fadime...
Kendini tanımayan Minik kız çocuğu... Bir gün öğrendi. O, bir gün laneti öğrendi, istenmediğini öğrendi.

Okuma yazmayı kıyıdan köşeden öğrenmişti. Okula doğru düzgün gidememişti zaten, karınları zor doyuyordu.

Gerçeği öğrendiği zaman o çirkin yazısıyla ağlaya ağlaya bir kağıt ve ucu kırık da olsa yazan bir kalem alarak evin arkasındaki boş ahırın köşesine gitti. Küçücük bir boşluk vardı, o boşluktan ışık giriyordu içeriye kesik kesik. O ışığın altına oturdu ve burnunun akmasını umursamadan ve gözlerini silerek yazmaya başladı. O gün ilk defa bir günlük tutmuştu.

"Yıkık dökük bir yer yaşadığım yer." İlk cümlesi buydu. Burnunu çekerek yazmaya devam etti. "Kaderim anneme benzemiş sevgili,, beyaz kağıt." Attığı hıçkırık masum bir çocuğun gördüklerinin feryadıydı, sessizdi. Boğuluyordu, sessizce.

"Annemi babası hiç sevmiyor, onu hep köle gibi çalıştırıyor. Annem ise nedense ona boyun eğiyor. Babam onu neden alıp götürmüyor diye çok merak ederdim. Alsaydı bizi, götürseydi de kurtulsaydık ne olurdu? Sahi, dedem bunu tek anneme yapmıyordu ki, anneanneme de öyle yapıyordu, sürekli ondan bir şeyler istiyordu. Köle gibi çalışıyor onlar, köle. Teyzem ise... O ölene kadar öyle değildi. O, başkaldırırdı. Bana da aynısını söyledi, bu hayatta hiç susma, susarsan delirirsin demişti. Ama o susmayınca öldü. Ben de korktum, onun gibi ölmekten korktum lanet olasıca beyaz kağıt. Şimdi yüksek sesle ağlarsam ölür müyüm? Çığlık atsam ölür müyüm? Ölürüm. Ölmemeliyim. Ölürsem köle gibi çalışan annemi de anneannemi de kurtarmam. Onlar köle gibi çalışıyor ve beni de öyle çalıştıracaklar büyüdükçe, bunu hissediyorum. Büyümeden onları kurtarmalıydım ama büyüyordum. Çünkü son zamanlarda babam benim oturduğumu gördükçe bana iğrenir gibi bakıyordu. Oturmak suç muydu? Sürekli bir iş mi yapmam gerekiyordu, ev işi? Oysaki komşunun oğlu İsmail oturuyordu, hatta oyun oynuyordu sokakta. Ben kız çocuğuyum, bu yüzden mi? Kız çocukları oyun oynayamıyor mu? Ya da kadın olunca hep çalışmak mı gerekiyor? Ben kadın mı oldum?"

Yıldızım Sönmek ÜzereHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin