2. Bölüm : Kaybedilen Anahtar.
"Benim çıkmaz sokaklarım, onun bilindik kapılarının anahtarıydı... Anahtarımı kaybettim."(Şebnem Ferah – Eski, Mayın Tarlası.)
(Akın'ın Anlatımıyla.)
Annem bizi terk edip yurda bıraktığında abimle birbirimizden başka kimsemiz yoktu. En büyük abim yaşından dolayı yurda yerleşmemişti. Dışarıda çalışıyordu ve bize de kendisinin ihtiyaçlarından arttığı kadar para veriyordu. Babamız ise hastanede kalıyordu ve artık hiçbir şeyi hatırlamayacak derecesine gelmişti. Bizi... En çok da bizi.
Yankı. Atakan Yankı Kılıç. Benim abim. Zeki abim, en sevilen kardeş, hep düşünen ve mantıklısı neyse bilen abim. O hayatım boyunca kıskandığım tek insan olmuştu çünkü bir evin içinde dışlanan çocuk vardı, bir de sevilen. En büyük abim ise olayların hep dışında kalmıştı. Ama dışlanan bendim, sevilen Yankı Kılıç.
Hor görülen Akın.
Saçları okşanan Yankı.
O hep daha zeki olmuştu, annem öyle demişti. Beni sevmezdi ama ona sevdiğini gösterirdi. Nedenini bilmiyordum, beni neden sevmedi bilmiyordum. Bunu ona sordum, abime sordum.
Yetimhane merdivenlerine oturmuştuk, karanlıkta loş bir ışık vardı ve onun sayesinde birbirimizi görebiliyorduk. Ona neden annemin beni sevmediğini sormuştum. Alayla gülümsemişti.
Yetimhaneye bırakıldığımızda çok küçük değildik, ben bile bazı şeyleri hala anlayabiliyordum ama abim daha çok anlıyordu çünkü o zaten yaşıtlarına göre hep daha olgun düşünmüştü ve benden yaşça büyük de olduğu için hep beni korurdu orada bile ve mantıklısını düşünürdü. Benim üzüleceğim şeyleri benden saklardı, bunu anlardım ama o bir şey yapıyorsa doğrudur diye hiç deşelemezdim. O gün de öyle olmuştu.
"Bilmiyorum," demişti "Onun neden seni, bizi sevmediğini bilmiyorum." Ama o her şeyi bilirdi. Bilmese bile araştırır öğrenirdi.
Küçüklükten beri onun gazeteci, araştırmacı bir ruhu vardı zaten, bunu hep sezdiriyordu. O an da bir şeyleri bildiğini biliyordum ama bana yalan söylese bile bir nedeni vardır diye sormadım ve başımı salladım. O zaman abimin uzun zaman sonra bana hüzünle baktığını görmüştüm. Yaramaz küçük kardeşine bakıyor gibi değil de babammış gibi bir yücelikle. Yaşlıymış gibi bir hüzünle bakmıştı ve bana dediği şeyi asla unutturmayacak bir şey söylemişti.
"Günün sonunda ikimiz de buradayız, küçük kardeşim. İkimiz de terk edildik. Bizim birbirimden başka kimsemiz yok."
Abimin üzüldüğünü o an anlamıştım ve buna bir yandan sevinirken bir yandan üzülmüştüm. Normalde bütün duyguları anlayabilen o olurdu ama ilk defa onunla alakalı bir şey çözmüştüm, çocuk aklıyla bundan memnun olsam bile sonradan üzülmüştüm. Çünkü o üzülmüştü. Terk edildiğine üzülmüştü.
Annem bizi yurdun kapısına bıraktığında yüzünde o sert ifade vardı, tek yaptığı gizlice çenesini sıkmaktı. Yine de üzgün gözükmüyordu ama üzülmüştü. Annem beni sevmemişti, terk etmişti ama annem onu sevmişse bile onu da terk etmişti. Annem gerçekten acımasız bir bencildi. Ama abim bana doktor derdi annem için. Doktorlar yara vermezdi, iyileştirirlerdi. Ben büyüdükçe annemin mesleğine ruh doktoru demişti abim. Ama ruh doktorları ruha iyi gelirdi, annem benim ruhumu yok saymıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızım Sönmek Üzere
Fiksi Remaja"Acıların senin parlayan yıldızlarındır, onlardan kaç." İçerik üreticisi olan Yıldız Kara, gittiği röportaj sonucu tanıştığı kişinin onun geçmişiyle yüzleşmesinde aracı olacağını aklından bile geçirmemişti. Geçmişinde kendisinin sessiz çığlıkları v...