9. Bölüm : Kuyruğundan Tutulan Geçmiş
"Zihnini, kalbinin içinde tut."
(Sena Şener - Ölsem)
Yaşanılan anların birer karesi, kokusu ve enerjisi vardır. Üzerinden ne kadar süre geçerse geçsin o ana benzer bir koku veya bir kare görünce o zamanlara gidebilirdiniz.
Şu an olduğu gibi. Yıllar önce Okan ile annemi tanıştırdığım gibi, Akın ile de tanıştıracaktım ama şimdi farklıydı her şey. Farklıydı, değil mi?
Genelde geçmişimi unuttuğumu düşünürdüm, geçmişi düşünmezdim. Onu andıran her şeyden de kaçardım. Ama şu an kaçamıyordum, istemiyordum da. Yorulmuştum. Artık bu yorgunluğun geçmesini, sırtımdaki yükler altında ya ezilip gitmeyi ya da onları bırakmayı istediğimden merdivenleri kuruyorum. Basamaklarından tek tek çıkarak önce geçmişin daha sonra geleceğimin kuyruğundan tutup onları yakalayacaktım.
"Anne." Odasının kapısını tıklatmıştım ve her zamanki gibi bir ses gelmemişti. Ben de içeriye girmiş ve yatağının üzerindeki anneme bakmıştım. Odanın içerisine birkaç küçük adım atıp ona seslensem de bana bakmayıp elindeki mavi, küçük pasta mumuna bakıyordu. Ve çakmağa. Bu beni ürkütmüştü.
"Ne yapıyorsun anne? Bak, ilaçlarını getirdim." dedim ve elimde tuttuğum küçük tepsiyi üzerindeki ilaç ve suyunu göstermek istercesine havaya kaldırdım. Gerginliğimi atmak için de tebessüm etmiştim fakat bu hiçbir işe yaramamıştı.
Tepsiyi masanın üzerine bıraktım. Bırakırken ise çizdiği fidan resimlerinin çoğaldığını görmüştüm. Ama bir şey vardı. Gözümden kaçmayan bir şey.
Her kağıtta iki yaprak vardı. Siyah ve boyanmayan beyaz yapraklar. Bir kağıtta beyaz yaprağın üstü çiziliyse, diğerinde siyahın ki çiziliydi. Ağabeyim ya da benim üzerim çiziliydi.
"Niye karaladın?" diye sorduğumda resimlere baktığımı anlamış olmalı ki hızlıca ayağa kalkıp kağıtları topladı. Bunu yaparken demir tepsiyi az önce koyduğum masadan yere düşürmüştü ve bu çok ses yapmıştı. Bardağın içindeki su dökülmüştü ama bardak çok yüksekten düşmediği için kırılmamıştı.
"Bakma!" dedi ve kağıtları yatağının altına sakladı. "Kimin galip geldiğini yalnızca ben bilirim." Neyden bahsettiğini anlamamıştım. Ne konuda bir galip? Ortada bir savaş mı vardı? Sadece ağabeyimin bize, bana ettiği tehdit vardı.
Hayır, yanılıyorum. Annemin kafasının içinde büyük bir savaş var.
Her şeyi es geçip annemle dünkü konuşmaları kafamda canlandırdım ve konuşmaya başladım. O ise ilacının bir tanesini kutudan çıkarıp içmişti. Su döküldüğü için susuz yutmuştu hapı. Bu bir an onun yerinde benim boğazımı acıttı.
"Sen haklıydın, ben aşık oldum." dedim. Anne demedim bu sefer çünkü haklılığına karşın bir ödül vermek istedim. Elimden gelen tek şey buydu. Anneme anne dememek.
Yatağa otururken tekrar duraksadı ve bana bir bakış attı. Biliyordum, bakışıydı bu. "Ve onu seninle tanıştırmak istiyorum." Elindeki yarısı yanmış mumun ucuna yaktığı çakmağı götürdü ve ipini tutuşturdu.
"Kaç aydır tanışıyorsun, hatta kaç gün demeliyim? Yıllar önce tanıştırdığın gibi bir adam mı? Sahi, ne oldu ona? Terk edip gitmiştir, kullanıp atmıştır, ne olacak... Ne beklenir ki."
Keşke sadece terk etseydi anne. Canımı acıtıyorsun.
"Hayır," dedim. Anneme yalan söyledim. "Geçti gitti o. Ama Akın öyle biri değil. Anne onu seninle tanıştırmak istiyorum. Seni herkesten sakladım şimdiye kadar ama ondan saklamak istemiyorum." Mumdan damlayan sıvı eline düştü. Elinin yandı, acısını ben bile hissetmiştim ama o tepki vermeden mumu üfleyerek söndürdü. Küçücük bir parça kalmıştı mumdan geriye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızım Sönmek Üzere
Novela Juvenil"Acıların senin parlayan yıldızlarındır, onlardan kaç." İçerik üreticisi olan Yıldız Kara, gittiği röportaj sonucu tanıştığı kişinin onun geçmişiyle yüzleşmesinde aracı olacağını aklından bile geçirmemişti. Geçmişinde kendisinin sessiz çığlıkları v...