Otobüsten indiğimde ilk önce ne yapacağımı bilemedim, ama kendimi özgür hissediyordum. Kafesinin kapısını açık bulmuş bir kuş gibi. İşte tam kaçma zamanı dediğiniz o an... Özgürlüğün tadına varacağım bu defa dedim kendi kendime. Ben, bencilliğim ve içimdeki boşluk bir süre burada yaşayacağız. Bir filmde görmüştüm: Saraydan hiç çıkamayacak bir nedimeye özgürlüğün tadını alan bir prens; senin de bunu tatmanı isterim demişti. Ben de sizin bunu yaşamanızı isterdim, herkesin özgürlüğün tadını almasını isterim.
Sırtımda ve elimde çantamla otobüs terminalinden çıktım. Amaçsızca ayaklarımın götürdüğü yöne doğru gittim. O an da ne düşünmek, ne kaygı, ne sıkıntı hiçbir şey yoktu. Ben, eşyalarım ve hafif esen rüzgâr. Yürüdüm, yürüdüm ama yürüdüğüm yolun tam olarak nereye gittiğini bile bilmeden yürüdüm. Dümdüz gidiyordum, böyle bir yarım saat yürüdükten sonra sahile yakın bir yerde restoran gördüm. İçeriye girip biraz dinlenmek istedim. Bahsettiğim yeri 50-55 yaşlarında bir çift işletiyordu. Gerçekten çok güzel bir yerdi, harika bir manzaraya sahipti.
Etrafı inceleyerek içeri girdim. İçerisi de dışı kadar zevkliydi. Etraftaki masalar sandalyeler özenle dizilmişti. İçeride benden başka müşteri yoktu. Çünkü henüz sabahın erken saatleriydi. Yeşil gözlü, beyaz tenli, güzel, kısa boylu ve biraz toplu bir kadın çıkıp geldi ve beni görünce gülümsedi.
"Günaydın." Dedi.
Ben de aynı şekilde karşılık verdim ve konuşmayı sürdürdüm. Eğer devam etmeseydim derin bir sessizlikle karşılaşma ihtimalim çok yüksekti. Yine de kısa süreli bir sessizlikten sonra;
"Kahvaltı için erken bir saat sanırım." Dedim.
"Aslında bakarsanız bizde sizden bir 15 dakika önce içeri girdik. Henüz hiçbir şey hazır değil." Dedi, bu sevimli kadın, biraz duraksadı;
"Gerçi bir şeyler hazırlamıştık kendimize göre ama bize katılmak isterseniz lütfen buyurun." Dedi ve eli ile karşı kapıyı işaret ediyordu, gösterdiği kısım mutfak olmalıydı. Biraz çekindim sonuçta kimseyi tanımadığım bir yerdeydim ama kadın o kadar sıcak gelmişti ki güvenebilirim gibi geldi.
"Peki." Dedim ve çantalarımı da alıp kadını takip ettim. Girdiğimiz yer tahmin ettiğim gibi mutfaktı ve mutfakta dışarısı gibi temiz, düzenli bir yerdi. Her şey özenle dizilmişti, orta boşluğa bir kahvaltı sofrası kurulmuştu. Sofranın başında iki adam vardı. Biri diğerinden daha yaşlıydı ve muhtemelen kadının kocası daha genç olan olmalıydı. İnsanların yaşını tahmin etmede hiç iyi değilimdir aslında.
Kadın içeriye girince;
"Beyler bir misafirimiz var." Dedi.
Ben de çantalarımı hemen yakınımdaki duvara doğru yasladım. Biraz mahcup sofranın etrafında oturanlara doğru yaklaştım. Kadın konuşmayı sürdürdü:
"Gel kızım yaklaş." Dedi. Kenarda boşta duran sandalyelerden birini getirdi, sofranın kenarına koydu. Sonra da bana kendini tanıttı:
"Ben Neşe." Dedi.
Daha sonra da sofranın etrafındaki adamlardan diğerine göre daha genç olanı adamı işaret ederek;
"Eşim Ertuğrul." Dedi. Daha genç olan kadının kocasıydı, yine doğru tahmin etmiştim. Yaşına göre oldukça yakışıklı ve karizmatikti; kır saçlı, temiz yüzlü bir adamdı.
"Hoş geldin kızım." Dedi.
"Hoş bulduk efendim.'' Diye karşılık verdim.
Neşe Hanım bu defa diğer adamı göstererek;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGAR
RomanceRÜZGÂR Gidecektim. Kafama koymuştum. Nereye bilmiyordum ama gidecektim işte. CİHANGİR Âşık oldum, nasıl olduğumu bile bilmeden. Okuyan lütfen ne düşündüğünü de yazmaktan çekinmesin;)