Bölüm 18:İşte şimdi yandın Rüzgâr

91 3 0
                                    

RÜZGAR

Ve işime geri dönmüştüm. 

Cihangir'i artık çok az görüyordum, bazen hiç görmüyordum ve onun için endişeleniyorum. Keşke böyle olmasaydı, bana "Yabancı" demesini, iğneleyici konuşmasını özlemiştim. Demek ki tüm o hırçınlığının altında bu yatıyordu, belki de bana âşık olmuş olmayı kabullenemediği için öyle davranıyordu ya da bu onun kendini ifade etme şekliydi. İlkokulda sevdiği kızın saçını çeken küçük oğlan çocukları gibiydi başlarda. Saçımı çekmişti çok defa, laf sokmalarıyla. Yapabileceğim bir şey yok deyip yoluma devam edemiyorum. Cihangir'i yok sayıp devam edemiyorum. Beni bıraktığı yerde kaldım, ilerleyemedim. Kendimi Cihangir'e karşı sorumlu hissetmekten alıkoyamıyordum. Ona kötülük etmişim gibi hissediyordum. Aklımdan çıkmıyordu. Birkaç defa takip ettim Cihangir'i. Evet takip ettim, merak ediyordum elimde değildi. Keşke onu kırmadan bunu çözmenin bir yolu olsaydı.

Yine böyle bir gün Cihangir'i merak ettim, uzun süredir de görmediğim için. Sanki hiç olmamış gibi etraftan kayboluyordu. Benden kaçıyordu, benimle karşılaşmamaya dikkat ediyordu biliyordum. Restorana balık getirdiğinde arka kapıyı kullanıyordu. Yalnızca Aydın Usta görüyordu onu. Bir defasında onunla mutfakta karşılaştım. Aydın Usta kolundan tutmuş:

"Dur iki dakika" demişti tam içeri elimde boş tabakla girdiğimde.

"İki dakika dur da yüzünü göreyim oğlum." Dedi. Aydın Usta da diğer tüm kasaba ahalisi gibi severdi Cihangir'i. Ona yiyecek hazırlamış, onu tutuşturmuştu eline.

"Annene selam söyle." Dedi Aydın Usta. Ben elimden tabağı kenara koyup Cihangir'e baktım. Kısa bir an göz göze geldik ama o bana uzun bakmadı. Benimse nedenini anlamadığım bir şekilde gözlerim doldu. Çok durmadı ve geri çıktı zaten. Cihangir ben de bir yara gibi oldu, kaşıdıkça kanayan ama tatlı bir acı veren. O günün gecesi onu buldum ve peşine düştüm. Hava kararmıştı, deniz kıyısında, kasabanın dışında kayalık bir yere gidiyordu. Hemen ardından gidiyordum, ilerledi, ilerledi. Baya bir yürüdük birden durdu, o durunca benim bastığım zemin gıcırdadı arkasına baktı ama hemen saklandım, beni gördüğünü sanmıyordum; çünkü çevrede ayın ışığından başka nerdeyse hiç ışık yoktu. Yüksek kayalıkların olduğu bir yere gelmiştik. Toprak, tozlu bir yol ve çalı çırpı ya da uzun çalılık otlar doluydu etraf. Yürümeye devam etti, ben de arkasından yürüyordum ama peşine düştüğüme de pişman oldum. Nasıl döneceğim şimdi ben geri diye korkuyordum da açıkçası ama iş işten geçmişti artık, ilerledim ama bir ara onu gözden kaybettim. Bir anda görünmez oldu sanki etrafıma bakındım ama kimseyi göremiyordum. İşte şimdi yandın Rüzgâr diyerek ilerledim ilerdim, bir yandan da etrafıma bakmaya devam ediyordum. Kesin kayboldum, sabaha kadar burada kalacağım diye hayıflanıyordum kendi kendime. Geri döneyim bari dedim ama sonra arkamdan biri birden bileğimi çevirip, sırtımdan itekleyerek yere yapıştırdı beni ve başımı yanağımla birlikte yere sürttüm. Bir çığlık attım. Ben çığlık atınca hemen bıraktı, öylece durdum bir süre öyle korktum ki anlatamam. Başıma bir şey gelecek diye ödüm koptu. Benim nedense aklım başıma sonradan geliyor. Sonra Cihangir'in sesini duydum:

"Rüzgâr!" Dedi, benimse tek söyleyebildiğim "ah" oldu kolumdan tuttu, kaldırdı.

"Ne işin var burada?" Dedi."Kendini öldürteceksin."

Kısa bir süre bana baktı, eliyle yüzümü sağa sola çevirdi ama net bir şey göremiyordu. Ben de onu tam anlamıyla seçemiyordum. Üstümü silkelemeye çalıştı, paniklemişti. Elimden tuttu ve bir elim yüzümde, diğeri onun elinde geldiğimiz yolu geri döndük. Bir yandan da söyleniyordu ve bana durumumla ilgili sorular soruyordu.

"Bir yerin ağrıyor mu?"

"Hayır"

"Başını çarpmadın değil mi?"

"Hayır"

"Başın ağrımıyor?"

"Hayır"

Işıklara yaklaştığımızda daha iyiydim, ucuz kurtulmuş olabilirim. Cihangir kafamı yara bilirdi. Neyse ki alnımdaki ve yanağımdaki çiziklerle kurtulmuştum. Gecenin karanlığı ışıklarla aydınlanınca zayiat ortaya çıkmıştı, kasabaya döndüğümüzde durdu, elimi bıraktı, o durunca ben de durdum. Yüzümü çenemden tutup sağa sola çevirip baktı tekrar.

"Eczaneye gidelim." Dedi. İki eczane vardı zaten biri açık değilse diğeri nöbetçidir. Şansımıza ilk gittiğimiz eczaneye açıktı. Cihangir bir tabure getirdi kolumdan tutup, oturttu. Yüzünde ciddi bir ifade vardı ve gergindi. Ben de bir şey söylemeye çekindim, sesimi çıkarmadım. Eczacı kalfası biz içeri girince Cihangir'i tanıdı ve selamladı.

"Cihangir ağabey hoş geldin." Dedi.

"Ali, ablanın yüzüne bakar mısın?" Dedi, Cihangir. Kalfa yüzünde bir gülümsemeyle geldi gerçi gülümsemeden ziyade sırıtmaydı yüzündeki. Önce yüzüme baktı sonra tezgâhın arkasına geçip bir krem alıp döndü, oksijenli su ile önce temizledi, sonra yüzümdeki sökük yerlere sürdü kremi, o sürdükçe yaralar sızlıyordu dudaklarımı ısırdım.

"Ne oldu Kadife abla, Hayırdır?" Diye sordu Kalfa. Kadife diyince bir bozuldum. Adımı Kadife mi sanıyordu yoksa?

"Rüzgâr adım Rüzgâr" Dedim önce;

"Düştüm." Dedim sonra.

"Abla sen de maşallah ha bire sakatlanıyorsun, futbolcular senin kadar sakat sezon geçirmiyorlar." Diye espri yaptı. Kasabanın tüm eğlencesi bendim anlaşılan.

"Çok komiksin." Dedim, kalfa bozuldu.

"Neyse ciddi bir şey değil. Şu kremi kullanın iz kalmasın, geçmiş olsun." Dedi kremi elime verdi, teşekkür ettim. Nasıl da resmileşti birden. İlla kaba mı olmak lazım? Çıktık eczaneden bir süre sessizce yürüdük. Ben nereye gideyim? Önden mi gideyim? Bir şey mi diyeyim? Bilemedim ama sonra Cihangir bir ara durdu. Etraf tenhaydı belki de öyle bir ortam beklemişti.

"Ne yapmaya çalışıyorsun?" Dedi, sesi sertti.

"Sen oraya neden gidiyordun?" Dedim.

"Soruma soruyla cevap verme. Sen beni niye takip ediyorsun onu söyle?" Dedi, sesinin tonu yüksekti. Bağırmıyordu ama sert ve gür çıkıyordu.

"Merak ettim seni." Dedim.

"Saçmalık! Benden ne istiyorsun? Söylesene. Başına iş alacaksın az önce arkandan bir kayayla kafana vurabilirdim. Ne kadar karanlıktı görmedin mi?" Dedi, haklıydı kendini korumak için yapabilirdi, çok karanlıktı. Elini kolunu kullanarak anlatıyordu. Hiç bir şey demedim sonra o devam etti:

"Ben senin kuklan değilim, etrafında dönmemi mi bekliyorsun? Lütfen benden uzak dur. İkimiz içinde en iyisi bu. Beni daha fazla zor duruma sokma." Dedi. Çok yakınımdaydı siyah gözleri sinirle daha da koyulaşmış gibiydi.

"Senin için endişelendim." Dedim ve söylediklerimde samimiydim.

"Benim için endişelendiğin falan yok. Sen kendine eğlence arıyorsun." Dedi. Bu sözleri dokunmuştu. Ben gerçekten onun için endişeleniyordum, iyi olduğunu bilmek istiyordum sadece.

"Hayır, ne kukla ne de eğlence arıyorum. Ben sadece iyi olduğunu bilmek istedim." Dedim.

"Sen mi? Sen macera peşinde koşan, sorumsuz, şımarığın tekisin. İşte olduğun şey tamda bu. Sen kendinden başka kimse için endişelenemezsin; çünkü sen bencilsin, korkaksın işine gelmediği zaman kaçarsın. Yoksa söyler misin niye buradasın, ne işin var bu kasabada? Birkaç ay sonra buradan da arkana bakmadan kaçacaksın. Seni umursayan, önemseyen insanları çok kolay yüz üstü bırakabilirsin sen. Ailene yaptığın buydu işte." Dedi.

Bense dişlerimi sıkıyordum ama ağlamaya başlayan gözlerime engel olamadım. Başa mı dönmüştük? Sakin ve dingin hali yoktu o gece. Bir tokat attım o anda. Sonra da pişman oldum o tokat için ama anın akışıyla atmıştım işte. Başını eğdi, bir şey demedi. Onu olduğu yerde bırakıp arkamı dönüp gittim. Evime gelene kadar hem yürüdüm hem de ağladım. Eve geldiğimde de hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim, söyledikleri çok dokunmuştu; çünkü yine haklıydı tamda söylediği sıfatlara sahiptim. 

RÜZGARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin