Bölüm 34:böyle sevilmeyi hak edecek ne yaptım bilmiyorum.

89 6 0
                                    

RÜZGAR

Biz neden hiç arkadaş olmayı denememişiz ki?

Cihangir ile kendimden bahsediyorum. Hiç arkadaş olmayı denememiştik Cihangir ile. Oysa iki iyi arkadaş olabilirmişiz. Birlikte zaman geçirmeye başlamıştık ve eskisine göre daha bile fazla. Ben, Cihangir bana âşık olduğunu söylediği için arkadaş olamayacağımızı düşünmüştüm ama olabilirmişiz. Hatta daha fazlası bile olabilirmişiz. Dert ortağı, sırdaş, arkadaş... 

En son bir arada oturduğumuz geceden sonraki günlerde Cihangir ile yıllardır arkadaşmışız gibi, yaşanılan tüm o olumsuzluklar olmamış gibi zaman geçirmeye başladık. Böyle aniden gelişti her şey aslında. Restorana balık getirdiği zamanlarda onu bekleyip onunla beraber yemek yemeye başladım. Önceden de hep birlikte yerdik yoğunluğa ve işe göre değişirdi ama fırsat bulduğumuzda Aydın Usta bize sofra kurardı mutfakta. Cihangir yetişebilecekse bekletmeye ama yetişemeyecekse ben Cihangir'i beklemeye başlamıştım. Ne zaman bu kıvama geldim gerçekten bilmiyorum ama aniden öyle olmuştu. Neşe Hanım çok keyifliydi bu halimizden. Zaten bizi yakıştırdığını hep söylüyordu. Bazen de Cihangir ile ekmek arası yiyip sıradan konularla ilgili sohbet ediyorduk. Limanda ayaklarımızı uzatıp denize karşı çekirdek bile çitledik. Kediler bizi de kendileri gibi kedi sanıyormuş ile başlayıp, ben onun hiç oyunculuğunu beğenmiyorum diye devam edip ve akabinde o çok iyi bir film idi ile biten cümleler ile sohbetler ettik. Telefonlarımıza aynı oyunu kurup oynadık, aramızda yarışıyorduk. Restorana uğradığında ya da ben limana gittiğimde bir birimize skor soruyorduk. Kim öne geçtiyse diğerine hava atıyordu. Birlikte kitap okuyordu ve okuyan okuduğu kitabı diğerine veriyordu ya da birlikte kütüphaneye gidiyorduk. Şehirde güzel bir kütüphane bulmuştuk. Sonra Cihangir bana tavla oynamayı da öğretti, tavla kutusunu kolunun altına alan hep ben oluyordum ama yine de eğlenceliydi. Böyle kaybetmek güzeldi. Limandaki küçük kulübelerinde Yunus Kaptan'ın yanında çay içip sohbet edip tavla oynuyorduk.

"Kesin bu zar tutuyor kaptan, fincan ile zar atsın." Diye iddialaşıp Cihangir'e fincanla zar attırmama rağmen yine o tavla kutusunu kolumun altına ben alıyordum.

"Hile bilmez o uşak" diye Cihangir'i savunuyordu Yunus Kaptan da. Cihangir'in aksine ben ona dokunmaktan çekinmiyordum. Yürürken bazen koluna giriyordum, bazen saçlarını bozuyordum. Onunla uğraşmak da hoşuma gidiyordu. Ama o bana dokunmuyordu, mesafesini koruyordu.

Bir gün Cihangir beni, daha önce arkasından gizlice takip ettiğim gün gitmeye çalıştığı yere götürdü. Onun tek başına kalabildiği ve rahat takılabildiği bir yermiş orası. Evet, biraz uzak ve dediği gibi sakin bir yerdi. Kayalıklardan çevresine göre izole bir yerdi. Görmüş oldum en sonunda. Karanlık yerlerden, çalılardan çırpılardan, tozlu yollardan geçerek gitmiştik, ışıksız bir yerdi ama ben Cihangir'e güvendiğim için korkmamıştım. Birlikte denize bile girdik o gece. Cihangir uzaklaşmamı söyledi durdu. O iyi bir yüzücüydü doğal olarak ama ben pekiyi değildim. Zaten korkuyordum istese de uzağa gitmezdim. Karanlık denizden korkmuştum ama yine de gece gece girmek nasıl olurmuş deneyimleymiş oldum. E biraz soğuktu ve ıslak bir deneyimdi ama eğlenceliydi.

O gece denizden çıktıktan sonra da hızlıca kıyafetlerimizi tekrar giydik. Islak kıyafetlerle üşünüyor tabi. İç çamaşırlarımız ıslaktı. Ben evime gidelim dedim ama Cihangir yanaşmadı. Beni evime bırakıp gidip kulübede kalacağını söyledi. Biraz durduk ama üşüyorduk, orada sabahlamak isterdim ama belli ki o gece pek mümkün değildi.

"Gidelim bence" Dedim ve hızlıca toparlanıp çıktık yola. Üşüye üşüye, hızlı adımlarla kulübeye vardık. Cihangir hemen sobayı yaktı ama ısınmamıza daha vardı. Hemen sobanın yanına geldim ve ellerimi arkama atıp sutyenimin kopçasını açıp omuzlarımdan indirdiğim sutyeni bir kolumdan çekip çıkardım. Üstündekini çıkarmadan bunu bütün kadınlar yapardı. Cihangir arkasına döndü ama gerek yoktu.

RÜZGARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin