Bölüm 6:sırık işte beynine oksijen gitmiyor.

159 7 0
                                    

O balık tutma gününden sonra bir daha onunla ilgilenmemeye, olabildiğince ondan uzak durmaya ve bu durumu düşünmemeye kendimce söz verdim. Böyle böyle bu eski hastalıktan kurtulacaktım, zamanla geçecekti. Ama olmuyordu işte, geçmiyordu. Kalbimin çarpmasına engel olamayacağım tesadüfler, onu bana getiriyordu. 

RüZGAR

Bir gün Neşe Hanım yanıma gelip yaşlı bir teyzenin evinde biraz iş olduğunu ve yardımcı olup olmayacağım sormuştu.

"Hesap kitap işleri var, Ertuğrul Bey'e de tek bırakmak istemiyorum laf aramızda karıştırıyor ama söylesem kıyameti koparır. Çok uzun bir iş değil, küçük bir ev, hemen yaparsın."Diye rica edince kıramadım, tamam deyip tarif ettiği adrese gittim. Tatlı bir teyzeydi, yaşlandıkça gözlerim iyi görmüyor artık diyordu. Elinde de eteği söküğünü dikmeye çalışıyordu eve vardığımda. Sevimli bir teyzeydi. Eşi ölünce tek kalmış. Ben yapayım diye aldım elinden ve dikmeye başladım. Sonra da kümesten yumurtaları toplayacaktım ve ufak tefek birkaç iş daha. Belki biraz da temizlik. Ampul patlamış onu değiştirme gibi işler işte. Ben oturmuş dikerken teyze;

"Cihangir nerde kaldı ki?" Dedi. Başımı kaldırıp baktım.

"Ne? Cihangir mi? Buraya mı gelecek?" Dedim, şaşırmıştım ne alakaydı ki o sırık.

"Evet, musluğu tamir edecekti, damlatıyor. Ampulü de değiştiriversin, priz de çıkmış onu da yapar. Elinden her iş gelir maşallah." Dedi.

"Ya ya dilinden de her laf geliyor." Dedim.

"Sen tanıyor musun Cihangir'i?" Diye sordu teyze. Yüzünde muzipçe de bir bakış vardı.

"Tanımaz mıyım? Maşallah uzaydan görülebilir arkadaş. Tanımamak ne mümkün." Dedim. Teyze güldü.

"Çok yakışıklı çocuktur Cihangir. Kasabanın bütün kızları bayılır ona." Cihangir'i övmelere de doyamıyor ahali canım.

"Ya ya Allah sahibine bağışlasın." Dedim. Ne diyeyim, fasulye sırığı işte.

"Amin amin" Dedi teyze de oturduğu yerde. Gülümsemeye devam ediyordu.

Onu görmeyi pek istediğimden emin değildim ya neyse. Ampulü ben de değiştirirdim de, musluğu tamir edemezdim, prizi de. En iyisi iddialaşmamaktı. Çok geçmeden de Cihangir elinde alet çantası ile geldi. Bahçe kapısından girerken beni görünce kısa bir duraksadı ama sonra yaklaşıp teyzenin elini öptü. Önünde çömeldi, teyze saçlarını okşadı, sevdi Cihangir'i, evladını sever gibi. Sonra da içeri girdiler birlikte, Cihangir selamsız sabahsız girdi içeri, sırık işte beynine oksijen gitmiyor. Yokmuşum gibi davranacaktı herhalde, keyfi bilirdi. Ben de aynını yapardım.

Ben söküğü dikmekle uğraşırken Cihangir mutfakta musluk tamiriyle uğraşıyordu. Ben işim bitince kümese yumurtaları toplamaya girdim. İlk defa kümese giriyordum. Şehir çocuğuyum ben. Hiç gidecek köyümüz yoktu bizim. Tavuklar nasıl paniklediler, aynı şekilde ben de. Girmemle ortalığın savaş alanına dönmesi bir oldu. İlk defa mı insan görüyordu bu tavuklar ben mi yanlış bir şey yaptım anlamadım. Oysa severim, başlarını okşarım diye ummuştum. Ama etrafa bağırarak zıplayan tavuklar ve bana saldırıya geçen horoz ile içeride tüyler uçuştu, toz uçuştu. Toz duman oldu her yer tabirim caizse. Bu arada ben de çığlık atıyordum. Birazda benim sesim korkuttu hayvanları ama ne yapayım ben de korktum. Cihangir kümesin kapısından beni tutup dışarı çekti. Elimde bir tane yumurta, diğerlerini alamadım da. Çıkardığında yüzüme bakıp gülüyordu. Saçlarım kabarmış, üstüm başım toz olmuştu.

"Ne yapıyorsun?" Dedi

"Yumurtaları alacaktım." Dedim elimdeki tek yumurtayı göstererek.

"Ürkütmüşsün hayvanları, şu haline bak." Diyerek kabarmış saçlarımı elleri ile yatırdı. Ben de açıkçası bunu yapmasını beklemiyordum, şaşırdım.

"Çok biliyorsan sen gir de al" Dedim. O boyla sığamazdı o kümese.

"Sence ben oraya girebilir miyim?"

"Ay pardon, sırık gibi olduğunuzu unutmuşum" Dedim. Sadece gülümsedi.

"Bekle biraz sakinleşsinler tekrar girersin. Gel şimdi bana yardım et." Dedi. Arkasından gittim, bir süre kümese girmeye niyetim yoktu. Belki tavukları bahçeye çıkarıp tekrar girmek daha mantıklı olurdu. Cihangir'in ardından mutfağa girdim. O musluğun altında tamire uğraşırken ben alet çantasından istediklerini uzatıyordum, onun için çağırmış beni.

"İngiliz anahtarını verir misin?"

"Al"

"5 mm olsun."

"5 mi?"

Anahtarları alıp eğilmiş girdiği musluğun altına girmiştim. O cüsseyle nasıl sığdıysa, o daracık yere.

"Sence ben bunların milimlerini bilecek biri gibi mi duruyorum?" Dedim ben de yanına girip, elimde anahtarları gösterecektim ama nasıl olduysa oldu başını vurdu. O boyla orada normal tabi. Sonra da eliyle tutarak çıktı, beton bir lavaboydu, acımış olmalıydı.

"Ay çok acıdı mı?" Dedim, kıyamadım da o haline. Eliyle başını tutmaya devam ediyordu.

"Dur bakıyım, kanıyor mu?" Dedim, saçlarının arasında çarptığı yerlere bakmaya çalışıyordum.

"Kanamıyor iyi ama buz koysak iyi olur." Dedim, itiraz etmiyordu. Buzdolabını açtım ve mutfaktaki havlunun içine buzları çıkarıp, başına tuttum.

"Burası değil mi?" Başını sallayarak onayladı.

"Ben tutarım." Deyip elimden aldı ve tutmaya başladı. Bir süre Cihangir'in başına buz tutmasını bekledim.

"Tabi irtifa yüksek olunca, ister istemez çapıyor insan." Dedim, bir yandan da tepkisini ölçmeye çalışıyordum. Şaka yapıyordum aslında ama bakalım o anlamış mıydı?

"Bu iyiydi." Dedi, benimle gülümsedi.

"Soğuk oluyor mu hava yukarılarda?" Diye bir kere daha takıldım ve yine gülümsedi. Ben de gülümseyerek karşılık verdim.

"Bakıyım mı tekrar şişmesin?" Dedim ve tekrar saçlarının arasından baktım. Yumuşacık siyah saçları vardı.

"Şişmemiş, hadi iyisin." Dedim. Buzu kenara koyup işine geri koyuldu. O alet bu alet derken musluğu tamir etti. Dedikleri kadar varmış, gerçekten becerikliydi Cihangir. Sonra Ampulü değiştirdi, sandalyeye çıkmadan. Perdeleri de ne güzel takar diye içimden geçirmeden edemedim. Prizleri de tamir etti o tamir yaparken ben de evdeki ufak tefe diğer işleri yaptım. Süpürdüm, çamaşırları astım. Cihangir prizlerden sonra mutfakta teyzeye yemek bile pişirdi. Cihangir yemek yaparken ben kümese tekrar daldım ve yine çığlıklar eşliğinde ama bu defa yumurtaları folluklardan alarak çıktım. Mutfağa geldiğimde gururluydum açıkçası. Toplamıştım ne de olsa. Teyze;

"Aferin bu sefer almışsın hepsini" Dedi.

"Hayvanlar iyi mi?" Diye sordu Cihangir.

"İyiler merak etme. Horoz, gözümü çıkarıyordu ama ben de iyiyim sağ ol sorduğun için." Dedim.

"Neyse, ben gidiyorum artık teyze benim işim bitti. Var mı başka bir isteğin?" Diye sordum, bir yandan da saçımı başımı düzeltmeye çalışıyordum.

"A hayatta olmaz, yemek yiyeceğiz. Cihangir oğlum çok güzel yemek yapar." Dedi. Aman her şeyi güzel yapsın zaten.

"Yok, ben gideyim." Dedim.

"Her zaman tek yiyorum sizle yiyim bugün de gitme" Dedi. Kıyamadım öyle tek yiyorum deyince teyze.

"E peki." Dedim. Cihangir de hemen ardından;

"Şunları doğra o zaman" diyerek havuçları işaret etti. Ellerimi yıkayıp, dediklerini yapmaya başladım. O akşam teyze ile yemeği yiyip, ortalığı toplayıp yerleştirip evden ayrıldık. Güzel bir akşam olmuştu, Cihangir laf sokmadı, bol bol iş buyurdu. Yemekleri de güzel olmuştu, dedikleri kadar vardı. Ben de uğraşmadım onunla.

"Sık sık gelir misin buraya?" Diye sordum dönerken.

"Teyze ihtiyacı olursa arar beni." Dedi. Ben de başımı sallamakla yetindim. Sonra o başka bir yola döndü. İyi akşamlar dileyip ayrıldı. Ben de evime döndüm. Hava yeni kararmıştı erken bir saatti. 

RÜZGARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin