RÜZGAR
"Teşekkür ederim." Dedim. Bir kelime etse sorularımı peşi sıra sıralayacaktım. Ya açık açık söyle senin ne derdin var? Diye bir giriş planlamıştım ama sadece başını sallayıp uzaklaştı. Anlamıyordum, ne yapmaya çalıştığını. Uzaklaşırken ardından baktım sonra kapattım kapımı, yorulmuştum, artık yatma zamanıydı.
Sabah erken kalktım eşofmanlarımı giydim, kıyı boyu yürüyüş yaptım, ara ara da koştum. Sonra balıkçıların ve teknelerin toplandığı limana gittim. Balıkçıların kulübeleri de burada toplanmıştı. Yürüyüş yaptığım yere yakındı, çakıllı bir zemin üstüne kuruluydu yürürken hışırdardı ve yürümek biraz zorlayıcıydı. Kahvaltılık poğaça, simit almıştım. Yunus Kaptan'ı görünce sessizce yanına yaklaştım, kulübesinin önündeydi, arkasından sokulup;
"Rastgele kaptan." Dedim.
"Uyy uşak sen miydun?" Dedi.
"Cihangir yok mu?" Diye sordum.
"Celmedu ama birazdan haburaya olur." Dedi.
"Tembel uşak." Dedim, Yunus kaptan güldü.
"Değuldur, değuldur. Çayum var içer misun? " Diye sordu.
"Benim de simitle poğaçam var." Dedim, kulübeye girdim arkasından. Kulübenin ortasında bir soba vardı, yakmıştı üzerinde çay demleniyordu. Kutu gibi bir yerdi, küçücüktü ama malzemeleri koymaları ve ihtiyaç olursa da sığınmaları için yeterliydi. Hava sabahın erken saatleri olduğu için baya serindi. Sonra Yunus Kaptan;
"Hah seninçi celey." Dedi, ben de döndüm baktım camdan, dediği gibi Cihangir geliyordu.
Daha önce hiç Cihangir'in dış görünüşünden bahsetmedim değil mi? Cihangir, 1.87'den fazlaydı, uzun boyluydu, sırıktı işte. Tarık Akan kadar vardır belki. Geniş omuzluydu, siyah saçları vardı. Saçları kısa değildi, omuzlarına düşmüyordu ama kısa da değildi. Güzel bir yüzü vardı, beyaz tenliydi. Sakalsız Cihangir nasıldır bilemiyorum. Hep sakallı görmüştüm onu. İçeri girince;
"Ben gemiye bakıyorum usta." Dedi, Yunus Kaptan'a bakarak, araya girdim;
"Sana da günaydın." Dedim.
"Günaydın." Dedi, soğuk bir şekilde.
"Bir çay iç önce uşak." Dedi Yunus Kaptan.
"Yok, usta ben geçeyim." Dedi ve hemen gitti.
"Ben kalkayım kaptan arkadaşta rahatsız olmasın." Dedim ve kalktım. Bozulmuştum yine. Kulübeden çıkarken Cihangir'in arkasından baktım. İlerde teknelerine yakın yerdeki bir iki kişi ile konuşuyordu. Bir ara göz göze geldik bana baktı. Ben de ona sinirle baktım ama sonra yine her zamanki tavrı ile konuşmasına devam etti. Bir temiz dayak istiyordu ya neyse. Herkese rastgele dedikten sonra ilerledim, evime gelip üzerimi değiştirdim, çalışmaya gittim. Herkese günaydın dedikten sonra önlüğümü giydim, cebime not defterimi, kalemimi koydum. Neşe Hanım yanıma geldi:
"Günaydın." Dedi
"Günaydın." Diye karşılık verdim, Neşe Hanım devam etti:
"Rüzgâr, düşündük de içerinin rengini değiştirelim diyoruz havalar iyice soğumadan ne dersin ne renk yapalım?" Dedi.
"A güzel fikir bilmem ki Aydın Usta ne diyor?"
"Mutfağıma dokunmayın diyor." Dedi Neşe Hanım. Güldüm.
"Bilmem ki yeşile yakın bir mavi mi yapsak? Hatta iki farklı renk yapalım." Dedim.
"Olabilir aslında mavi güzel fikir, mavinin her tonunu severim." Dedi Neşe Hanım.
"Ben de." diye onayladım. Belki de o yüzden kalkıp da buralara, bilmediğim illere gelmiştim. Belki de mavi çekmiştir beni buralara.
Sonra aramızda tekrar fikir alışverişi yaptık ve mavi -beyazda karar kıldık ki biraz karanlık mı olur diye korkuyorduk; ama öyle olmadı. Karar alınınca Ertuğrul Bey usta bulmak için gitti. Öğleden sonra ustalar gelince ben de erken çıktım. Eve gidiyim dedim. Evime yaklaşmıştım ki, mahallede çocukları top oynarken buldum. Gruba yaklaştım ceketimi çıkardım.
"Ben de oynayabilir miyim?" Dedim, kendi aralarında gülüştüler.
"Bu çiz oyunu değil ki çizlar bebek oynar." Dediler çocuklar.
"Ben güzel futbol oynarım ama." Dedim, yine gülüştüler ama sonra beni oyunlarına aldılar. Yalnız, ben futboldan ne anlardım? Kaç kere futbol oynamıştım ki? Her şeyin bir ilki vardır dedim ve ben de oynadım. Ne eğlendim, ne güldüler bana anlatamam. Sertte oynadılar keratalar. Top oynarken bir ara Cihangir'i gördüm. İlerde durmuş bizi izliyordu. Ben de hiç bir şey olmamış gibi oyuna devam ettim, ama biraz sonra keratalardan biri ayağıma öyle bir bastı ki yere düştüm. Ayağımı tuttum, biraz da inledim sanırım. Sonra Cihangir yanımda belirdi, çocuklara kızıyordu. Bir ara çocuklardan birinin "Kadife" düştü dediğini duydum ama o an ne olduğunu anlayamadım. Cihangir'e baktım;
"Hocam faul." Dedim. Çocuklar kahkahayı bastı, ben de onlarla gülmeye başladım. Cihangir kollarımdan tutup beni kaldırdı, başımı kaldırıp ona baktım hala gülüyordum, bakarken de ne kadar uzun olduğunu düşünüyordum. Gerçekten uzundu Cihangir, etrafta onun kadar uzun pek kimse yoktu. Sabah yüzüme bakmayan adam gelmiş bana yardım ediyordu. Ayağa kalkınca ayağıma basan çocuk yanıma geldi.
"Özür dilerim abla." Dedi korkmuştu, göz kırptım.
"Bu yaptığın kartlık hareket, kırmızı yemen lazım." Dedim, sonra devam ettim.
"Hadi siz devam edin, ben sakatlandım kenara alınıyorum." Dedim. Ayağım biraz acıyordu, dayanılmaz değildi. Seke seke kenara gittim ve yere attığım ceketimi alıp silkeledim ve giydim. O sırada etraftaki meraklı gözleri gördüm. Kadınların bazıları kendi aralarında gülüşüyorlardı, fiskos fiskos...
Mahallelinin dilinde olma ihtimalim yüksekti. Kocaman kız çocuklarla top oynadı, yaşına da bakmadı da top oynadı vesaire, vesaire. Manşetleri görür gibiydim ama umursadığımı söyleyemeyeceğim. Ayrıca Cihangir'in çevremde olması da dedikodu malzemesiydi. Umarım bunu konuşmazlardı, bu pek hoşuma gitmezdi çünkü. Cihangir yanıma geldi.
"Hastaneye gidelim film çeksinler." Dedi.
"Yuh! Gömdün hemen." Dedim.
"Çok ağrıyacak, inat etme kırılmış bile olabilir." Dedi.
"Yok, artık o kadar ciddi bir şey değil, hem senin yardımına ihtiyacım yok kendim giderim." Dedim.
"Ne kadar inatçısın, ömrü hayatında kaç kere futbol oynadın? Tecrübeliyiz biliyoruz" Dedi. Futbol mu oynuyor muş? Basketbol oynanır o boyla ya neyse.
"Gayet güzel oynarım." Dedim.
"Ha gördük az önce." Dedi.
"Karışma sen." Dedim, bilmiş bilmiş.
"Kadife düştü ne demek?" diye sordum o esnada, çocuklardan birinin böyle bir şey dediğini hatırlıyordum. Bir deyim olmalıydı ya da benzer bir şey diye düşündüm. Cihangir şaşırmıştı.
"Bilmiyor musun?" diye sordu.
"Neyi?" diye sordum, meraklanmıştım.
"Sana diyorlar" dedi. Şaşırma sırası bendeydi.
"Nasıl yani?"
"Sana Kadife diyorlar. Saçların kızıl olduğu için sana öyle bir ad takmışlar kasabada" dedi. Şaşırmıştım gerçekten.
"Hiç duymadın mı?" diye sordu. Duymuştum aslında, kasabanın meydanında birkaç kişi aralarında konuşurken kadife dediklerini duymuştum ama bana ad taktıklarını bilmiyordum. Neşe Hanım'dan, Ertuğrul Bey'den ya da Aydın Usta'dan da duymamıştım. Onlar da mı bilmiyordu acaba? Bilselerdi bana söylerlerdi.
"İlginçmiş, bilmiyordum." Dedim.
"Kızdın mı?" Diye sordu. Ellerimi saçlarıma götürdüm istemsizce. Kızıl saçlarıma kadife demeleri ilginçti.
"Yani, kızmadım." Dedim. İsim takmış olmalarına şaşırdım ama çok da üstünde durmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGAR
RomanceRÜZGÂR Gidecektim. Kafama koymuştum. Nereye bilmiyordum ama gidecektim işte. CİHANGİR Âşık oldum, nasıl olduğumu bile bilmeden. Okuyan lütfen ne düşündüğünü de yazmaktan çekinmesin;)