Sıcaklığın 34 derece olduğu bir Ağustos günü, "Bodrum, Bodrum" diye adına şarkılar bestelenen bir zamanların küçük sahil kasabasında gökyüzü mavi ve bulutsuzdu, deniz ve çam kokusuyla birleşince, bakanların gözlerine seyir olup; kalplerine huzur veriyordu ama çirkin, gri hapishane binası bu güzel manzarayla tezat teşkil ediyor ve tüm büyü bozuluyordu. Demir parmaklıklı pencerelerden bakan mahkumları kıskandırmak ister gibi üç, dört martı gaklayarak uçuştular.
Hapishanenin yüksek duvarlarının üzerinde kaçmaya çalışacak olanları caydıracak helezonik jiletli teller vardı. Nöbetçi kulübesindeki tüfekli görevli, ağzında sigara, volta atıyordu; bir ara durup boynunu kütletti. İçinden "Hay, turp sıkayım böyle mesleğe. Ayaklarıma varis inecek." dedi. Gece olup da, karanlıkta firar etmeye kalkan olursa, dev projektörler, kaçanı yakalamak üzere hazır bekliyordu. İki kat aşağıda, kadınlar koğuşundakiler çay içiyor, sigarasını tüttürüyor, mektup okuyor, bir tanesi de sesi güzel olduğu için durumlarına cuk oturan
"Karakolda ayna var, ayna var,
Kız kolunda damga var
Gözlerinden bellidir Cevriye'm
Sende kara sevda var"türküsünü söylüyordu ki, uzun demir sürgü çekildi, anahtar, kilitte şıngırdayarak döndü; kapı açıldı. Erkek ayakkabısına benzeyen, topuksuz siyah ayakkabısıyla, suratı sirke satan kadın gardiyan içeri girdi ve yeni bir mahkum getirdi; getirmesiyle basık tavanlı, rutubet ve tütün kokan odaya sessizlik çöktü. Türkü söyleyen sustu. Tüm başlar yeni gelen mahkuma döndü. Biri,
"Abov?"
dedi. Diğeri o kadar afalladı ki, çayı ince belli bardağa değil eline boca edince
"Ayyy! Yandım!"
diye bağırıp musluğa saldırdı.
Adet olduğu üzere
"Allah kurtarsın" bile diyemediler. Bir, yeni gelene, bir, birbirlerine bakıyorlardı.
Şaşkınlıklarının sebebi yeni mahkumun 25 yaşında, uzun boylu, incecik, kuzguni uzun saçlı, menekşe gözlü, beyaz tenli bir afet olmasıydı üstelik o kadar masum bakışları vardı ki, sanki birkaç dakika sonra gardiyan tekrar gelip
"Pardon ya, yanlışlık olmuş."
diyecek ve kızı alıp götürecekti. Bu kızın yeri burası olamazdı. Bir tv stüdyosunda sunucu, podyumda manken ya da ünlü bir dizi oyuncusu filan olmalıydı.
Diğerlerinin "Arsız Kadriş" dedikleri ve neredeyse uyurken bile sakız çiğneyen Kadriye,
"Ayol, bu kız aşırı güzel. Hayat kadını bence; pezosu bunu burada bırakmaz, dünya kefalet verip birazdan çıkartır."
deyince, elini buz gibi soğuk suyun altına tutan kadın,
"Hadi oradan! Bu kızın o.......puya benzer hali var mı? Öylelerini gözünden tanırım ben. Böyle mini etekli, file çoraplı, ton makyajlı, sivri tırnaklı, kırmızı ojeli....ı- ıh! Baksana yüzünde gram makyaj yok."
"Diyosun?"
"Diyom ya..."
Aslında koğuştaki tüplü televizyonda haberleri dinleseler kızın kim olduğunu bileceklerdi çünkü tüm sosyal medya bu olayı konuşuyordu ama sadece yemek programlarını ve dizileri takip ettiklerinden tüm ülkenin haberdar olduğu esrarengiz ve ilginç olayı duymamışlardı. Nihayet en kıdemlileri ve koğuşun "Hanım ağası" Şerife Bacı sordu:
"Allah kurtarsın gızım, niye düştün bakam?"
Dolgun dudaklar titredi. Deniz gözler, uzaklara daldı.
"Şeyy...."
Herkes, güzel kızın iki dudağının arasından çıkacak yanıtı bekliyordu. Birkaç saniye sessizlik oldu. Kadınlar sabırsızlanıyordu ki, yanıt geldi:
"Cinayet."
Mahkumlardan
"NE?"
"Oha!"
"Çüş!"
"Yok artık!"
gibi tepkiler gelince, Arsız Kadriş bozuldu.
"Ne şaşıyonuz gıı? Hiç bebek yüzlü gatil duymadınız mı?"
Diğerlerinin saygıda kusur etmediği Şerife Bacı, Kadriye'ye dirsek attı. Kaşlarını çattı.
"Kapa çeneni la! Ağzında sakız! Çakkıdı! Çakkıdı!" deyip tekrar kıza döndü.
" Sen onun gusuruna bakma; emme merak ittim. Kimi öldürdün güzel gızım? Hayırsız gocanı mı? Senin üstüne gül kokladıysa hak etmiş it oğlu it!"
"Hayır."
Şerife devam etti:
"Gocanın metresini mi geberttin? Eline sağlık gıı...ben de olsam ben de..."
"Hayır."
"E, çatlatma gızım, kimi öldürdün gari?"
" Kimseyi öldürmedim ama herkes Aylin'i öldürdüğümü sanıyor."
"Aylin kim gıı? Gocanın oynaşı mı?"
"Yok."
Elini haşlayan araya girdi:
" O zaman sevdiği adamın sevgilisidir. İyi olmuş kız, oh ellerin dert görmesin. "
"Hayır."
"E, delirtme kızım kim o zaman bu Aylin?"
"Aylin benim."
"NE! Bizimle maytap mı geçiyon sen?"
"Hayır, hayır. Haberleri izlemediniz mi?"
"Yoo. Haberlere bakan yok ki, diziler başlayınca açıyoz televizyonu. Haberler içimizi sıkıyo; hemen kapıyoz."
"Anladım. Şey, biliyorum inanılmaz geliyor ama vaktiniz varsa en başından anlatayım. Dalga geçmediğimi anlarsınız."
Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Herkes zaten kızın hikayesini dinlemek için can atıyordu. Sandalyesini, çekirdeğini, sigarasını alan masaya hücum etti. Az önce elini haşlayan genç kadın da parmağını üfleye üfleye kendine yer kaptı. Kızın başına toplaştılar.
"Burada vakitten bol ne var gızım? Ayşe, sen çayları koy. Sen de dökül gülüm. Aylin'i öldürmüşsün diyola ama sen, 'Aylin benim' diyosun; nası oluyo? İçinden çıkamadım gari."
Ayşe, ince belli bardaklara tavşan kanı çay doldurdu. Çay kaşıkları tıngırdarken, güzel kız, boğazını temizledi. Ağzını yakmamaya dikkat ederek çayından bir yudum aldı ve merakla kendisine bakan genç, yaşlı, şişman, zayıf, güzel, çirkin ama her biri dertli kadınlara dönerek hikayesini anlatmaya başladı:
"Her şey altı ay önce başladı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZEL KATİL
Mystery / ThrillerBir dilek dilerken dikkatli ol; çünkü gerçekleşebilir. Kapak tasarımı: @writerladyy