algol

917 95 127
                                    

𝅘𝅥𝅮 Soen, Antagonist

Bölüm 7
algol

Avucumdaki kaderime zehrini damlattıktan sonra ardında gölgesine saklanan paramparça ruhumu bırakarak odadan çıkmıştı.

Başladığım gibi bu odada yine yalnız kaldığımda, gözlerim dışarıyı göstermemeye ant içmiş gibi görünen simsiyah pencerelere kaydığında, gözyaşlarım bu yıkıma son vermeden hızını kaybederek yanaklarımda iz bırakmaya devam ediyordu.

Ölüm meleğinin ruhumu istediğini biliyordum. Mühürlendiğim şeytanım da ruhuma susamıştı ve bu ikisi arasında parçalanacakmışım gibi hissediyordum. Ölmeme izin vermeyeceğine sebepsiz bir güven duyarak inanmıştım.

Buradaki sıcak bunaltıcıydı. Yerin yedi kat altında cehennem vardı ve bu oda onun üzerindeymiş gibi hissediyordum.

Bacaklarımı kendime çekerek ayaklarımın altına baktım solgun hareketlerle.
Topuğumda ve parmaklarımın altında iri kızarıklıklar bulunuyordu, düşündüğüm kadar kötü değildi. Yine de hâlâ sızı şeklinde acısını hissettiriyordu.

Ellerimi bağlamamıştı, ağzımı bağlamamıştı, ancak bu kadar serbest olmama rağmen nasıl bu kadar tutsak ve alıkonmuş hissettirebiliyordu?
Ruhum bir yerlerde sıkışmıştı ve buna sebep olan kişi oydu. Gözlerine bakarken dengemi kaybedip dibine düşeceğimi sandığım şeytanımın hissettirdikleri küflenmiş bir ev gibi hissettiriyordu; soğuk ve ıssız.

Kapının arkasından duyduğum adım sesleri dikkatimi ayaklarımdan çekerek sesin geldiği yöne çevirmeme sebep oldu.
Eski olduğu her hâlinden belli olan kahverengi, ahşap cilası bazı yerlerinden dökülmüş kapı geriye doğru açıldı ve Jungkook içeriye gümüş bir tepsi ile geldi.

Gözyaşı kaybetmesinden de kaynaklanarak gözlerim sızlıyordu. Yine de onun mum ışığında bile zehirli bir kırmızı elmadan farkı olmayan yüzünün güzelliği çırılçıplak karşımda duruyordu.

Bu kez yanında yılanları yoktu, bu biraz daha rahatlamamı sağlamıştı.
Ayağıyla kapıyı arkasından kapatarak koltuğun boş kalan tarafına oturdu. Ağırlığından dolayı oturduğu yer içeri göçtüğünde gümüş tepsiyi aramızda kalan boşluğa koymuştu.

Gözlerim, az önce kapattığı ve gürültüsünün zihnimde dalga dalga dönmeye başladığı kapının sırtında takılı kalmıştı.

"Ölmüş gibisin."diye konuştu kısık bir ses ile. Konuşmasını beklemediğim için bir günah kadar tehlikeli ancak nefsimi tahrik eden sesi yine kalbime zincirlerini atmış ve beni hazırlıksız yakalamıştı.

İrkilerek gözlerimi gözlerine çevirdiğimde, çenesini hafifçe bana doğru döndürmüştü.
Yüzünde kireç gibi bir ifade vardı. Gözlerine baktığımda ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlayamamıştım.

Önümdeki tepsiye baktığımda bir bardağın içinde süt olduğunu tahmin ettiğim beyaz bir sıvı bulunuyordu. Hemen yanındaki gümüş tabakta ise bir parça ekmek vardı.
Simsiyah belirsizlik kokan dumanlarımın arkasındaki Chaeyoung buna soğuk bir kahkaha attı. Komik bir menüydü.

İfadesiz bir şekilde tabaktan gözlerimi çekerek eski görünen ahşap zemine bakmaya başladım.

"Açlıktan ölmeni istemem."

Yine konuştuğunda, sesi boğazımdan geçen bir hançerin keskin yüzü kadar sivri ve soğuktu.
Yutkunurken sesinin tınılarını da yutmuş gibi hissediyordum.

𝘪 𝘧𝘦𝘭𝘭 𝘪𝘯 𝘭𝘰𝘷𝘦 𝘸𝘪𝘵𝘩 𝘵𝘩𝘦 𝘥𝘦𝘷𝘪𝘭, 𝘳𝘴𝘬Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin