basorexia

844 72 187
                                    

𝅘𝅥𝅮 Blueneck, Lilitu

Bölüm 21
basorexia

Mavi bir mürekkep, kaderimin yazıldığı analine derisinin üzerinde düzensiz bir şekilde dağılıyordu. Tüm varlığı, ruhundan dökülen nefeslerinin tenimde süzülmesi beni yakıyordu fakat kül olmama izin vermiyor gibiydi.

Tenimde dün gece dağılan öpücüğü yakıcıydı ancak edepsiz bir tadı zevklerim arasına karıştırıyordu.
Gece üzerimize örtüldüğünde ve güneş yeni bir gün için göğün rahminden bulandığı kuru bir kan ile doğduğunda, gözlerimi saatler öğlene yaklaştığında açabilmiştim.

Dün gece kıvrıldığım şekilde uyanmıştım. Belimde iri ve güçlü ellerini aramak kalbimin garip bir ağrıyla kasılmasına sebep oldu.
Nefesini hissedemediğimde yavaşça arkamı döndüm. Yatağın yan tarafı boştu. Altında kalan beyaz çarşaf dağınıktı, yastığının ortasında fazla belirgin olmayan bir çöküntü olması, en azından gün doğana kadar benimle kaldığını bana anlatır gibiydi.

Yavaşça doğrulduğumda karnımdaki sargının altında bulunan yaralarımda ufak bir sızlama meydana gelse de duraksamamı sağlayacak kadar güçlü değildi.

Yataktan çıktığımda tüm geceyi iç çamaşırlarımla geçirdiğimi gördüm.
Yatağın ayak ucunda bulunan bavuluma eğildim. Üzerinde dün gece giydiğim beyaz elbise rastgele bir şekilde bırakılmış gibi duruyordu. Elbisenin bazı yerlerinde is bulaşmış gibi siyah lekeler dikkatimi çekti.
Dalgın bir bakışla onu kenara ittirerek bavulumdan taba renginde bol paça kumaş bir pantolon çıkardım. Üzerine sık giydiğim simit yaka beyaz örgü kazağı çıkararak hızla giyindim.

Kazağın altında kalan uzun sarı saçlarımı çıkarttım. Açık bırakarak odadan çıktığımda ilk uğradığım yer elimi yüzümü yıkamak için girdiğim lavabo olmuştu.

Lavabodan çıktığımda, evdeki derin sessizliği farketmiştim. Kaşlarım çatılırken, koridorun sonundaki salona doğru yürüdüğümde, kapının önünde durup içeriye göz gezdirdiğimde kimseyi görememiştim.

Salonun hemen yanında bulunan mutfağa girdiğimde ise tam karşımdaki pencerenin önünde, altında siyah pantolunu olmasına rağmen üstünde hiçbir şey olmayan Jungkook'u gördüm.

Telefonda konuşuyordu. Bir elini beline yerleştirmişti.
Pencereden vuran soğuk kış güneşini kesen sırtına kendimi alamadan takılmıştım.
Omurgasının bulunduğu yerde kalçasına doğru inen derin bir çizgi vardı. Bel çukurunda bulunan derin bel gamzesi dikkatimi çekerken, geniş omuzları ve kaldırdığı kolundaki kabaran pazuları dudaklarımın aralanmasına sebep oldu.

"Sen ilgileneceksin. Her şeyin bittiğinden tamamen emin olmadığın sürece beni arama."demişti itiraz kabul etmeyen sert bir sesle.

Kiminle konuştuğunu anlamamıştım, zaten etrafında kimlerin olduğunu yalnızca onun izin verdiği kadarıyla biliyordum.
Telefonu kulağından indirip kapattıktan sonra yanındaki yemek masasının üstüne bıraktığında mekanik bir hızla arkasına dönmüştü.

Omzumu yasladığım kapı pervazından onu izlediğimi gördüğünde, kaşlarını kaldırdı. Diğer elini de beline koyduğunda, tüm kolunu saran dövmeleri dikkatimi bir kez daha yerle bir etmişti.
Kabaran kaslarıyla dolgunlaşan göğsü ve sıkı karın çizgilerinden gözlerimi alamadığımda yavaşça konuşmuştu, az önceki emir yağdıran sert sesinden arınarak.

"Uyanmanı bekliyordum."dediğinde irkilerek gözlerimi aramızda mesafe bulunmasına rağmen keskinliğini hissettiren siyah gözlerine baktığımda, aralanan dudaklarımı birbirine bastırarak dalgınca gözlerimi kırpıştırdım.

𝘪 𝘧𝘦𝘭𝘭 𝘪𝘯 𝘭𝘰𝘷𝘦 𝘸𝘪𝘵𝘩 𝘵𝘩𝘦 𝘥𝘦𝘷𝘪𝘭, 𝘳𝘴𝘬Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin