pinaoutus

765 66 141
                                    

𝅘𝅥𝅮 Trees Of Eternity, The Passage

Bölüm 13
pinaoutus

Kömürle yazılan kaderler, kan ile bozulan yeminlere şahitlik ediyordu. Şafağın söktüğü gökyüzü, bir doğum ile inliyor, bulutların ellerinden tutunan güneş doğuyordu.

Uykum son bulduğunda gözlerimi açarak yatakta hızla doğrulup etrafıma bakmıştım. Burada olup olmayacağını anlamak için bakıyordum çünkü içimde bir yerler hiçbir zaman rahat değildi.

Odada benden başka kimsenin olmadığını görmem ile bir nebze olsun rahatlamıştım.
Elimi gözlerime götürerek ovuşturduğumda zihnimdeki bulanıklığın devam ettiğini biliyordum.

Yataktan çıkarak soğuk krem rengi parkelere ayaklarımı bastım.
Gün ışığında nerede olduğumuzu anlamak için pencereye yönelip beyaz tül perdeyi çektim. Sokaklara baktığımda fazla düşünmeye gerek yoktu, burası Ihwa Mural Village sokağıydı.
Caddeleri diğer süslü Seoul sokaklarına benzemezdi, binaların mimarisinden de kaynaklanan bir ürperticilik söz konusuydu.

Pencereden geri çekilerek yüzümü yıkamak için odadan çıktım.
Koridora kısaca göz attığımda hiçbir ses ve hareketlilik görmemiştim. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama fazla geç olmayacağını tahmin ediyordum.

Lavaboya girerek elimi yüzümü yıkadım.
Bulduğum lacivert havluyla kurulanırken, aynada bana bakan yorgun bakışlarımla göz gözeydim.
Saçlarım omuzlarımın arkasında duruyordu. Bel çukuruma kadar uzandıkları için toplamayı tercih ederdim çoğu zaman.
Şimdi ise sadece kısaca bakıp arkamı dönerek lavabodan çıkmıştım.

Dün gece girdiğim mutfağa bakmak istemiştim. Evde büyük bir sessizlik vardı, yalnız hissedeceğim kadar fazla olan bu sessizlik kulak tırmalayıcıydı.

Mutfak girişinin önüne geldiğimde buranın bir kapısının olmadığını yeni farketmiştim. Dün gece gerçekten çok fazla dalgın olduğum için baktığım şeylere bile boş bakmıştım.

Mutfakta dün gece ellerinde gördüğüm kristal bardaklarını masanın üstünde dururken bulmuştum.
Onları burada bulamayınca arkamı dönüp diğer odalara bakmayı düşündüm.

Arkamı döndüğümde bir adım atıp durmuştum.
Başımı kaldırıp sıcak bedeninden vuran dumanları hissederken tam karşımda belirmişti.

Çıplak ayaklarına rağmen üstündeki kıyafetler değişmemişti. Boynundaki tarot kolyesi de yerindeydi.
Gözlerine bakarken, bana bakışlarından dolayı kendimi aniden bir yabancı gibi hissettim ve açıklama yapma ihtiyacı göğsümde doğdu.
"Ben... Size bakıyordum."

İfadesiz ve mimik uğramayan soğuk yüzünde açıklamamdan sonra da bir şey değişmemişti. Gittikçe bu ifadesizliğe alışmaya başlıyor, sorgulamıyordum.
Bana bakmaya devam ederken, "Kahveni arıyorsan, makine orada."dediğinde yavaşça kaşlarım çatıldı, anlam verememiştim.

Bunu anlamış gibi gevşeyen yüz ifadesiyle bana açıkladı.
"Her sabah içtiğin tek şekerli kahveni içmek için mutfaktaydın sanıyordum."

Neden bilmiyordum, ancak yüreğime birinin tekme attığını hissettim.
Gözlerimi kaçırıp boşluğa bakarken beni ezberleyebilecek olma ihtimalinin yüksekliği kalbimi tekletiyordu.

Elimi koyduğum kapı pervazından çektim ve yutkunarak beni dikkatle izleyen siyah gözlerine baktım.
"Hiçbir şey istemiyorum."diyerek birkaç saniye daha gözlerine baktıktan sonra yanından geçerek uyuduğum odaya döndüm.

Aslında içimde beni kemirip duran güveler vardı ve gerçekten acıkmıştım.
En son ne zaman yemek yediğimi bile hatırlayamıyordum. Bu yüzden sık sık başım dönüyor ve onun gücü karşısında kolaylıkla dengemi kaybedebiliyordum. En azından bunun yemek yemediğim için güçsüz olduğuma bağlamayı tercih etmek kalbimi biraz soğuk suyla tanıştırmama yardımcı oluyordu.

𝘪 𝘧𝘦𝘭𝘭 𝘪𝘯 𝘭𝘰𝘷𝘦 𝘸𝘪𝘵𝘩 𝘵𝘩𝘦 𝘥𝘦𝘷𝘪𝘭, 𝘳𝘴𝘬Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin