Beyin düşünmek için var olmuştu. İnsan beyniyse diğer tüm canlılarınkinden daha gelişmişti. Böyle bir durum iyiydi, en azından ilk bakışta. Akıllı varlıklar olmamız işimize geliyordu çoğu zaman. Nitekim bir de işin diğer boyutu vardı.
Beyin düşünmeyi sağlıyordu. Ne düşüneceğimiz ise yaşantımızla şekilleniyordu. Gün boyu yaşadıklarımız pek çoğumuzu gece uykumuzdan ediyordu ve ben bundan nefret ediyordum. İşte düşünmenin kötü yönü de buydu.
Aklımda dönüp duran görüntüler dur durak bilmiyor, zihnimin kör noktalarına bile sızlıyordu. Zehirli bir gazın bir odayı en küçük noktasına kadar ele geçirmesi gibiydi bu düşünceler.
Ölümler ve yangınlar... Bütün gün boyunca şahit olduğum o gerçeklikten bir türlü çıkamıyordum. Çıkamadığım gibi delicesine de korkuyordum.
Gözümden bir damla daha yaş düştü. Pars'ı uyandırmamak için ne yerimden kıpırdamıştım ne de sesimi çıkarmıştım. Hala ona sarılı vaziyette yatıyordum ama bu kez huzur bulmuyordum bu kollarda. Çünkü onun kokusu, sıcaklığı bile örtemiyordu kabuslarımın üzerini.
İsyankar bir hıçkırık kaçtı boğazımdan. Pars'ın göğsüne sarılı olan elimle ağzımı kapattım anında. Daha fazla hıçkırığa engel olmak istiyordum, uyanmasını istemiyordum. Nitekim bedenim depreme yakalanmış bir bina gibi sarılmaya başlamıştı bile.
Onu uyandırmamak için kollarından uzaklaştım. Bu hareketim sonucunda tipiye yakalanmışım gibi üşüdüm. Sanki Pars bir güneşti de ben ondan uzaklaşmışım gibi geldi bir an için. Yine de onu rahatsız etmeyi, uyandırmayı göze alamadım. Yatağın en ucuna doğru kaydım, bacaklarımı karnıma çektim ve sarıldım. Başımı dizlerime yasladım. Göz yaşlarım ardı ardına akarken onları durdurmak bir yana, silmek için bile çabalamadım.
Ne zaman bitecekti tüm bunlar? Hoş, daha sebebini bile doğru düzgün bilmezken bu soruyu sormak da ne kadar doğruydu?
O kadar yıpranmıştım ki ailem kaybolduktan sonra, hayatımın hiçbir döneminde bu kadar çok acı çektiğimi hatırlamıyordum. Sanki o huzurlu günler çok eskide kalmış gibi geliyordu bana. Sanki o zamanlara bir daha dönemeyecekmişiz gibi. Aileme bir daha sarılmayacakmışım gibi hissediyordum ve bu beni çok korkutuyordu. İhtimali bile bu kadar korkutucuysa, onlar olmadan yaşamaya çalışmanın gerçeği kim bilir ne derece acıtırdı canımı?
"Ladin."
Başımı dizlerimden kaldırıp Pars'a baktım. Bakışlarındaki soru işaretlerinin çokça farkındaydım. Neden ağladığımı anlamaya çalışıyordu.
"Üzgünüm. Uyandırmak istememiştim." dedim tarazlı bir sesle. Sesim berbat çıkıyordu. Tutmaya çalıştığım hıçkırıklarım boğazımı acıtmıştı ve ben düzensiz nefes alışverişlerimden dolayı epey yorulmuştum.
"Saçmalama. Kendini kötü hissediyorsan tabi ki bana söyleyeceksin." diyerek bana doğru kaydı Pars. Bir elini usulca belime dolayıp beni kucağına çekti. Bir bebek gibi sardı kollarıyla beni. Zarar görmemden korkar gibi nazikti tutuşu ve bu hali içimi ısıtıyordu.
Kollarımı beline dolayıp başımı göğsüne yasladım. O huzur veren kokusunu soludum. Kabusların ve acının üzeri yine kapanmamıştı ama en azından kendimi bir nebze olsun daha iyi hissediyordum. Bu adam bana çok iyi geliyordu. Eğer olmasaydı ne yapardım düşünmek bile istemiyordum.
"Söyle bana, seni ağlatan şey ne?" diye sordu Pars. Sesinin o yumuşak tonu içimi titretmişti. Sahi, başka kim benimle bu şekilde ilgilenmişti ki? Elbette hiç kimse. Hatta ailem bile bu kadar çok sormamıştı ne hissettiğimi. Onların derdi kontrolsüz gücümdü yalnızca.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CADI ||TAMAMLANDI||
FantasyBen bir cadıyım ve bu hayatımın en korkunç gerçeği. Hayatım boyunca bu gerçekten, kendimden korktum çünkü ben bir canavardım, en azından kendimi buna inandırmıştım. Bir gün annemden aldığım o garip mesajın, zaten yolunda olmayan hayatımı daha da ray...