Kendimi bir kara delikte gibi hissediyordum. Etrafımı öyle çok bilinmeyen çevrelemişti ki bir türlü ışığı bulamıyordum. Bulamadığım gibi bu kara delik beni daha çok içine çekiyor, daha çok karanlığa gömülüyordum.
Binlerce gölge vardı sanki etrafımda. Nereye baksam bana gülen, parmağıyla beni işaret eden siluetler görüyordum. Her biri geçmişimden bir parçaydı sanki. Yeteneklerim ilk ortaya çıktığında yanlışlıkla saldırdığım o çocuk vardı mesela. Defne ve annem ile babam vardı. Leyla, Agah ve hala ismini bilmediğim o sarışın kadın sinsi gülüşlerini sunuyorlardı bana. Latif Amca o karanlıktaki öfkeydi. Melih Amca ve Serap Hanım hüzünle bakıyordu. Pars... Onun bakışlarında huzur vardı. Kollarını açmıştı, beni bekliyordu ama ben ona koşmaya çalıştıkça aramızdaki mesafe uzuyordu. Daha pek çoğu gizlenmişti oraya. Ve bu karanlık beni yutuyordu.
Acımasız bir canavardan farkı yoktu tüm bunların. Üstelik de çok acı çekiyordum. Ailemi çok özlemiştim. Kardeşime olanlardan dolayı hala kendimi suçluyordum. Buradakilerin bakışları ise bana pek yardımcı olmuyordu. Bu yüzdendi zaten gözlerden uzak olmak isteyişim. O bakışlardan sakınmak içindi.
Kemiklerim birbirine girmiş gibi hissediyordum. Uzun süre aynı pozisyonda oturmamdan kaynaklanıyordu muhtemelen bu.
Ne kadar olmuştu? Buraya gelişimin üzerinden ne kadar zaman geçmişti? Cevabı bilmiyordum fakat bir kaç dakikadan çok daha fazlası olduğundan emindim.
Çiftliğin en uç noktasında, pek kimsenin uğramadığı bir köşesindeydim. Elma ağaçlarının arasında oturmuş, bir ağaca sırtımı yaslamıştım. Omuzlarım düşüktü ve her ne kadar ağaca yaslanıyor da olsam kamburum çıkmıştı. Kopardığım otu ileri doğru attım dalgınlıkla. Rüzgar onu uçurdu ama bunu bile zar zor fark etmiştim.
Kafam o görüntülerdeydi. Bunu bana bilerek göstermiş oldukları düşüncesi aklımın bir köşesini meşgul ediyordu fakat konuşulanlar daha fazla ilgimi çekmişti. Leyla'ya ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Hatta gidip, 'Leyla'ya ne oldu?' diye sorasım vardı ama cevap alamayacağımdan çok emindim.
"Hey!"
İrkildim. Başımı kaldırıp gelene baktım. Miray'dı.
"Ne yapıyorsun burada tek başına?" diye sordu Miray.
Omuz silktim. İzin almak istercesine yanımı işaret ettiğinda yalnızca başımı salladım.
Derince bir nefes aldım. Bakışlarım elma ağaçlarının arasında gezinirken, "Hayatı sorguluyorum." diye cevapladım az önceki sorusunu.
"Çok sorgulama, işin içinden çıkamazsın." dedi gülerek. Ben de güldüm. Haklıydı. Ne kadar çok sorarsam kendimi o kadar çok boğuluyormuş gibi hissediyordum ama insanoğlu da böyleydi işte. Sorgulamadan bir adım öteye gidemiyorduk. Merak ruhumuza işlemişti.
Bir süre öylece oturduk. Gözüme ilişen kırmızı bir elma ağzımın sulanmasına yetmişti. Az önceki soruları sonra düşünecektim. Yalnızken düşünmek daha kolaydı çünkü.
Yerimden kalktım. "Nereye?" diye soran Miray'a elmaları işaret ettim.
"Sen de ister misin?"
"Olur."
Gözüme kestirdiğim elmayı almak için ağaca doğru yürüdüm. Ceketimin kollarını dirseğime kadar sıyırdım. Ağacın gövdesinden ayrılan en alçaktaki dala tutunup kendimi yukarı çektim. Çevik bir hamleyle bir diğer dalı yakaladım. Ağırlığımı taşıyabilecek kadar kalındı dallar, bu yüzden kırılmasından endişe etmemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CADI ||TAMAMLANDI||
FantasyBen bir cadıyım ve bu hayatımın en korkunç gerçeği. Hayatım boyunca bu gerçekten, kendimden korktum çünkü ben bir canavardım, en azından kendimi buna inandırmıştım. Bir gün annemden aldığım o garip mesajın, zaten yolunda olmayan hayatımı daha da ray...