20. BÖLÜM

1.4K 156 60
                                    

Şuraya yarını bekleyemeyen bir adet sabırsız yazar bırakıyorum. 😅

Keyifli okumalar dilerim. ❤️

~

Hayat... Ne tuhaf bir kavramdı. Yaşamdan ölüme kadar süregelen bu dönemde pek çok şey yaşıyordu insan. Annem kim bilir neler yaşamıştı. Babamla tanıştıktan sonra hayatı ne yönde değişmişti? İyi miydi yoksa kötü mü? Peki ya ben doğduğumda?

Bedeni kana bulanmıştı annemin. Ellerimin altındaki bu sıcak beden bana hala yaşıyormuş izlenimi veriyordu ama biliyordum ki çoktan ruhu sonsuzluğa doğru yola çıkmıştı. Öte yandan vazgeçmiyordu insan. Ben de vazgeçmek istemiyordum. Olmayacağını bile bile tam arkamda duran Pars'a döndüm. Yaşlı gözlerimle yalvarırcasına dile getirdim sözlerimi.

"Bir şey yap, ne olursun. Dönüştür onu."

Sonlara doğru fısıltı gibi çıkmıştı sesim. İstediğim şey imkansızdı çünkü annemin zaten bir cevheri vardı. İkinci bir taneye daha sahip olma ihtimali yoktu. Pars ne yaparsa yapsın kurtulamazdı annem, bunun son derece farkındaydım ama istemekten de geri duramamıştım.

"Özür dilerim." derken yanıma çöktü Pars. Omuzlarımdan tutup kendine doğru çekti beni. Avuçlarımda annemin soğumaya yüz tutmuş eli varken başımı Pars'ın göğsüne yasladım. İlk defa kokusu bana huzur vermedi. İlk defa sıcaklığı beni rahatlatmadı. Pars ilk kez bir şeyler için kifayetsiz kaldı ve ben yüreğimdeki o kor ateşle mücadele etmeye bırakıldım. İntikam hırsı gözümü bürüdüğünde annemin katillerinin şansının olmadığının bilincindeydim.

Orada ne kadar kaldık, annemin başında ne kadar bekledik bilmiyorum.

Bir nebze olsun kendime gelebildiğimde elimin tersiyle silmiştim gözyaşlarımı. Pars'ın annemin cesedini yerden kaldırdığını görmüştüm yaşlı gözlerle. Kurumuş kan her yerindeydi. O güzel, kızıl saçları kırmızının en koyu tonuna bulanmıştı. Boğazı parçalanmış, başı garip bir açıyla yana doğru yatmıştı. Annem ölmüştü benim. Annem... Beni doğuran, büyüten annem ölüp gitmişti bir hiç uğruna. Ben var olabileyim diye ölenler kervanına katılmıştı o da.

Uzun, öyle uzun sürmüştü ki yol bacaklarım isyan edercesine sancıyordu. Aslında yol uzun falan değildi, çok yakındı fakat benim sırtımdaki yük fazla ağırdı. Bundan dolayıydı bu sancı, o sancı yalnızca bacaklarımda değil kalbimde de vardı.

Defne'nin annemi gördüğünde kopardığı feryadı asla unutmayacaktım mesela. Birbirimize sarılıp dakikalarca ağlayışımızı, annemin başında öylece bekleyişimizi, onun boynu büyüyle eski haline getirilirken onu seyredişimizi asla ama asla unutmayacaktım.

Gözlerimin önünde ölmüştü benim annem. Bana son sözleri gücünü kullanma demek olmuştu ve bir yanım son arzusunu yerine getirmek isterken diğer yanım o gücü serbest bırakıp, bu ölüme sebep olanları teker teker yakmak istiyordu. İntikam, sinsi bir yılan gibiydi. Öyle yavaş, öyle sessiz sızıyordu ki yüreğimin derinlerine onu söküp atamıyordum içimden. Çünkü o sinsi yılan geçtiği her yere zehrini bırakıyordu ve o zehir içimdeki gücü kontrol edilmesi son derece zor bir raddeye getiriyordu. Peki ya ben ne yapcaktım? O yılana ayak uydurup intikam peşinde mi koşacaktım yoksa annemin son arzusunu, beni sevdiğini söylemek yerine seçtiği son sözlerini mi yerine getirecektim? Ben ne yapacaktım?

*

Bir Ay Sonra...

Annemin cenazesinin üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Kendime sorduğum soruların cevabını bir türlü veremiyordum. Öte yandan amcam ile birlikte çalışıyor, onun gücünü kendiminkine katıp kontrol sağlamaya çabalıyordum. Başarıyordum da. Böylesi daha kolaydı. Hani derlerdi ya bir elmanın iki yarısı diye, belki bunu aşk için söylerlerdi fakat ben bunu cevherlerimiz için söylemekte sakınca görmüyordum. Çünkü cevherlerimiz birbirinden ayrıyken, tıpkı iki aşık gibi, rüzgara kapılıp savruluyordu. Ne yapacağını bilmez, nereye gideceğini kestiremezdi. Şimdiyse o iki aşık yan yanaydı ve ayrıyken olduklarından daha iyi, daha güçlüydüler. Cevherlerimiz bir elmanın iki yarısıydı bana göre ve elma bu çalışmalarda bir bütüne erişiyordu. İçime sızmış olan o sinsi yılan ise varlığını hala koruyordu.

CADI ||TAMAMLANDI||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin