Bugün pazartesiydi. Yeni kararlar almak için daha güzel bir gün var mıydı? Yatağın içinde esnerken bu düşünceme güldüm. "Ve tabii o kararları uygulamamak için."
Yataktan kalkıp banyoya girdim. Bugün, Çeşme'deki diğer günlerime kıyasla daha çok uyumuştum. Saat on bire geliyordu. Gözlerim biraz şişmişti bile. Hiçbir zaman çok uyuyan bir insan olmamıştım. Uyku beni hep daha mahmur yapardı. Az uyku daha dinç olmamı sağlıyordu. Basit bir fizik kuralıydı aslında. Dünyadaki bütün cisimler hareket durumlarını koruma eğilimindeydiler. İnsan da biraz böyleydi. Sürekli uyuyorsa günü o uyku halini devam ettirme isteğiyle geçiriyordu.
Odamı toparladıktan sonra aşağı indim. Gecenin bulaşıklarını banyoya bırakmış ve uyumaya çıkmıştım. Bulaşıkları makinaya yerleştirmeden önce kahve makinasını çalıştırdım. Kahvaltı edecek enerjiyi kendimde bulamıyordum. Hazırlayacak da.
Kahvemi ve sigara paketimi alıp bahçeye çıktım. Gece rüzgarlıydı herhalde çünkü birçok yaprak ve çalı kapımın önüne doğru uçuşmuştu. Keyif kahvemden sonra burayı temizlemem gerekiyordu.
Whatsapp'a girip gelen mesajları okudum.
Seray "Gece güzel geçti. Bir sorun yok. Yemeğin ortasında birisi aradı. Gerildi. Haftasonu görüşürüz falan deyince tripli tripli sorup durdum. En sonunda belki gidip Baran'a bir bakabileceğini düşünmüş, onu söyledi. Telefondaki de ortak arkadaşlarıymış. O da Baran'ı merak etmiş. Neden bunca zaman sonra bir anda Baran hakkında konuşmak istediler anlamadım, saçma geldi. Bilmek istersin diye düşündüm." (07:10)
(11:10) "Tamamdır canım. Gelsin de burası biraz hareketlensin."
Serkan da bu sabah Buğra'nın doktoruyla görüştüğünü yazmıştı. Her şeyin aynı olduğunu, ne iyi ne kötü bir gelişme olmadığını söylemiş doktor. Son altı yılda bu sözü binlerce kez duymuştuk. Umudum azalıyor mu yoksa hala yerli yerinde mi kestiremiyordum artık. Sanki hep böyle olacakmış gibi gelmeye başlamıştı. Ömrümün sonuna kadar abim yoğun bakım ünitesinde kalacaktı. Sürekli doktorlarıyla görüşecek, onlardan hep aynı şeyleri duyacaktım. Başka türlü nasıl olur bilmediğim için bundan sonraki normalimiz hep bu olacakmış gibi geliyordu.
Serkan kendimi bildim bileli hayatımdaydı. Buğra kadar o da abimdi. İkisi mahalle arkadaşıydı. İlk kez top oynadıkları andan itibaren birbirlerinin kardeşi olmuşlardı. Üniversiteye kadar da aynı sıralarda geçmişti hayatları. Eğer Buğra 'Ben de babam gibi avukat olacağım.' demeseydi muhtemelen üniversiteyi de birlikte okuyacaklardı. Serkan'ın Buğra kadar net bir hedefi yoktu. Mühendislik diyordu hep ama nedenini söyleyemiyordu. En sonunda da endüstri mühendisliği okumuştu. Buğra da babamız gibi avukat olmuştu. İki kardeşin hayatı farklı yönlere savrulmuştu ve çevrelerindeki herkes eski samimiyetlerinin yok olacağını düşünmeye başlamıştı. Neden iki çok yakın arkadaşın aralarının bozulacağı anı bekliyordu herkes? Kıskançlık? Merak? Kimsenin görmek isteyeceği tablo oluşmamıştı. İki fakülteyi birleştirmişlerdi resmen. Partiler, doğum günleri, arkadaş buluşmaları... Bu ikili sayesinde hep kalabalık etkinlikler olmuştu. Bu tabloda ben hep küçük kız kardeştim. Aralarındaki ilişkiye yüzde yüz dahil olamazdım ama dışardan bakıldığında frekanslarına girebilen tek insandım.
Hayatlarımız güzeldi işte.
Buğra'nın babamın yolundan gitme inadı sadece avukat olmakla ilgili değildi. Fakülteyi bitirip avukatlık ruhsatını almasıyla babamızın ölümü çok yakın zamanlarda gerçekleşmişti. Ve Buğra kendine yeni bir amaç edinmişti. Babamızın yarım bıraktığı işleri halledecekti. Onun yakalatamadığı adamları yakalayacak, hapse tıkacaktı. Babamızın intikamını alacaktı. Bunları yapamamış, karşılığında da komada altı sene geçirmişti. İntikam iki yüzü keskin bir bıçaktı. Doğrulttuğun kişiye de kendine de zarar demekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
6. 10. 21
ActionKendini hiç alışık olmadığın bir denklemin ortasına atarsan ne olur? Birce Dereli tam da bunu yapmıştı. Bilmediği bir adamın peşinden, ailesini elinden alan adamın peşinden gitmişti; Baran Günay'ın. İstanbul'dan Çeşme'ye uzanan bu macerada kendini...