Koltukta oturup televizyon izlerken telefona bakmak dünyanın en tembel ama en rahatlatıcı aktivitesiydi. Midemden acıktığıma dair sesler yükselmese biraz daha öylece oturabilirdim. Oturduğum yerden kalkıp adeta sürünerek mutfağa gittim. Yemeğimi hazırlarken Serkan aradı. "Ne yapıyorsun güzellik?"
"Yemek hazırlıyorum. Sen ne yapıyorsun?"
"İşten çıktım. Gamze'nin yanına gidiyorum. Bir gelişme var mı konuşamadık bu ara."
"Bir gelişme yok. Kapalı kutu. İçeriye nasıl girerim bilmiyorum."
Sıkıntılı bir nefes verdi. Homurdandı. "İçim hiç rahat değil Birce. Seni o herifin önüne atmışım gibi hissediyorum." Birkaç saniye duraksayıp devam etti. "Dönsen mi acaba? Olmayacak böyle."
"Saçmalıyorsun." Bu sohbetin aynısını en elli kez daha yapmıştık. Beni Çeşme'ye gelmemem için en az elli kez ikna etmeye çalışmıştı. "Merak ediyorum Serkan. Ne olduğunu, neden buraya taşındığını? Bunları öğrenirken canını yakacak şeyleri de öğrenmek istiyorum. Buraya taşınıp bütün hayatımı değiştirdim. Her şeyi göze aldım. İkinci günden de vazgeçecek değilim."
"Buğra'ya bütün bunları sen anlatacaksın. Ben engellemeye çalıştım diyeceğim."
Güldüm. "Buğra'yla konuşabilelim de... Bütün her şeyin sorumlusu benim."
"O günler de gelecek Birce. Uyanacak. Biliyorum."
Biraz daha havadan sudan konuştuktan sonra Gamze'nin iş yerine yaklaştığını söyledi. İkisine iyi eğlenceler dileyip telefonu kapattım.
Serkan'la konuşurken hazırladığım tabağımı, salatamı ve gündüz aldığım şarabımı bahçedeki masaya yerleştirdim. Sabah da kahvaltımı burada yapmıştım. Bahçe hem çok güzeldi, vakit geçirmek istiyordum hem de Baran'la tek ortak noktamdı. Onunla iletişimim artsın istiyorsam olabildiğince gözünün önünde olmalıydım. Bugün tatlı bir rüzgar vardı. Yaz akşamlarını aratmayacak bir havaydı. İlerimizdeki denizden gelen iyot kokusuyla birlikte güzel bir yemek yiyecektim. Dolapların birinde bulduğum küçük mumları da yakıp masama koydum. Işık açmaya gerek bile yoktu. Hem mumlarım hem de sokak lambaları yeterince aydınlatıyordu akşamın karanlığını.
Yemeğimi yerken tabletten bir dizi açmıştım kendime. Dizi bir komedi dizisiydi ve gülmeden geçirdiğim bir an pek yoktu. Dizlerimi kendime çekip geriye yaslandım. Kadehimi elime alıp izlemeye devam ettim.
Solumdaki bahçenin ışığının yandığını fark etsem de bunu belli etmedim, o tarafa dönmedim. Birkaç tıkırtı ve havlama duyduktan sonra Baran'ın sesini duydum. "Terasın manzarası daha güzel."
Diziyi durdurup ona doğru döndüm. "Öyle. Ama mutfağa uzak."
Başını salladı. "Soğuk, üşümüyor musun?"
Başımı sağa sola salladım. "Soğuk gelmiyor. Şarap biraz ısınmamı sağladı." Birkaç saniye durduktan sonra şişeyi işaret ettim. "Eşlik etmek ister misin?"
Temkinli bir bakış oluştu yüzünde. Birkaç saniye duraksadı. Hayır diyeceğinden emindim ama denemeye değerdi. Saat onda bana laf atan oydu sonuçta. Beni şaşırtan bir şey yaptı. "Olur." deyip parmaklıkların üzerinden geçti. Üzerinde siyah bir eşofman takımı vardı. Üstündeki kapüşonlunun yakasını düzeltip bahçeme girdi ve masama geldi. Ona hemen solumdaki sandalyeyi işaret ettim. Sırtını kendi evine vermişti.
Oturduğum yerden kalkıp mutfağa girdim. Dolaptan onun için bir kadeh almadan önce ellerimi bangonun kenarına yasladım. Onun yüzüne bakmak, konuşmak çok zordu. Şimdiye kadar havadan sudan muhabbetleri aşmasak da bundan sonrası daha zor ilerleyecekti benim açımdan. Bir kadehi almak ne kadar zor olabilir ki diye düşünmesine fırsat vermemek adına kadehi alıp bahçeye doğru yürüdüm. Yüzüme tatlı bir gülümseme yerleştirmeyi ihmal etmedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
6. 10. 21
ActionKendini hiç alışık olmadığın bir denklemin ortasına atarsan ne olur? Birce Dereli tam da bunu yapmıştı. Bilmediği bir adamın peşinden, ailesini elinden alan adamın peşinden gitmişti; Baran Günay'ın. İstanbul'dan Çeşme'ye uzanan bu macerada kendini...