Merhabalar!
Çok duygusalım. 6.10.21 benim yazdığım ilk kurgum değil. Hatta yayımladığım ilk kurgum da değil. Ama kendimde hiç görmediğim bir hızla yazdığım bir kurgu oldu. Hala öyle, hala yazıyorum ve hala klavyemden çok hızlı akıyorlar. Bu yüzden ayrı bir bağ hissediyorum. Şu anda pek fazla -hatta çok sayılı- okuyucum olsa da, yayımlamaya devam edeceğim. Çünkü bir gün daha fazla insana hitap edeceğime olan inancımdan kurtulamıyorum :')
Her neyse. 24. bölümü, belli bazı olayların noktalandığı bir bölüm olduğu için birinci kitap finali olarak belirledim. Şu anda ikinci kitabı da bitirdim ama editlenmesi gereken pek çok yeri var. Bu yüzden de 24. bölümle birlikte iki, belki de üç, haftalık bir ara vereceğim. İkinci kitabı baştan okuyup, hatalarını düzelteceğim.
Çok konuştum. Umarım Birce'nin macerasının ilk partının bitişini keyifle okursunuz. Ben çok keyifle yazdım <3
Bölümün yarıdan fazlasını da Sezen Aksu - Vay ile okudum. Bölümün ruhuna, özellikle son kısmın, uygun olduğunu düşünüyorum. Benimle düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın. Öpüyorummm, iyi okumalar <33
Not. Bölümde bir yerde altı çizili cümleler var, onları üstü çizili gibi düşünün. Nasıl üstü çizili yapacağımı bulamadım. Eğer böyle bir ayar varsa, bunu benimle paylaşırsanız da sevinirim.
Ha Belh'te ölmüşsün, ha Bağdat'ta, hepsi bir;
Kadeh doldu mu, acı olsa içilir.
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz;
Sensiz daha çok ayların on dördü gelir.
Ömer Hayyam
2017 | Ekim
"Serkan!" diye bağırdım koridora girdiğim an. Peşimden koşan Seray ve Eray da en az benim kadar telaşlıydılar. Serkan, başını hastane duvarına yaslamış, başının yanında duran eliyle sert bir şekilde vuruyordu. Sesimi duymasıyla başını kaldırdı. Gözleri kıpkırmızıydı. Onun o halini görmek içimdeki son umut kırıntılarını da yok etmişti. Buraya gelirken kendimi telkin etmek için sarf ettiğim bütün cümleler boşa çıkmıştı. Durum, tam da korktuğum gibi çok kötüydü. Yanına gidip kollarını tuttum; o da aynı şekilde beni tuttu. "Abim nasıl?"
Başını sağa sola salladı. Gözleri yaşlarla dolmuştu. Seray'ın aldığı keskin nefesi ve hıçkırıklarını duyabiliyordum. "Ne?" dedim güçsüz bir sesle.
Nasıl bir kabustu bu?
Okulda, kantinde oturup o günkü eşya hukuku dersi hakkında sohbet ederken Seray koşarak yanıma gelmişti. Serkan'ın bana ulaşamadığını söylediğinde telefonumun kapanmış olduğu gerçeğini fark etmiştim. Serkan'la, Seray'ın telefonundan konuştuğumda bana Buğra'nın kötü olduğunu, hastaneye gelmemi söylemişti. Alelacele toparlanıp okuldan çıkmıştım. Seray ve Eray da beni yalnız bırakmamıştı.
"Serkan! Abi düzgün bir cevap versene, kızın halini görmüyor musun?" dedi Eray.
Eray, beni kollarımdan tutup sandalyeye oturttu. Seray da gelip yanıma oturdu. Hepimiz beklentiyle Serkan'a bakıyorduk. "Ben..." Sesi zorlanarak çıktığında birkaç kez öksürdü. "Dünden beri telefonuna ulaşamıyordum. Sabah işten önce ofisine gittim. Ofisin kapısının önünde..." Sesi yine kesildi. Eliyle alnını ovuşturdu. "Öldüresiye dövmüşler. Hemen ambulansı aradım. Buraya geldiğimizde de seni aradım." Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Kim, neden Buğra'ya bunu yapardı? "Çok kötüydü hali. Ameliyata aldılar şimdi. İç kanaması olabilirmiş, bilmiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
6. 10. 21
ActionKendini hiç alışık olmadığın bir denklemin ortasına atarsan ne olur? Birce Dereli tam da bunu yapmıştı. Bilmediği bir adamın peşinden, ailesini elinden alan adamın peşinden gitmişti; Baran Günay'ın. İstanbul'dan Çeşme'ye uzanan bu macerada kendini...