Mahru'nun gönderdiği konumdaki kafe oldukça tatlı bir yerdi. Yemyeşil sarmaşıkların ortasında sekiz dokuz masadan oluşan denize bakan bir yerdi. Zaten ismi de Sarmaşık Kafe idi.
Sarmaşık'a vardığımda Mahru çoktan gelmiş oturmuştu. Masamız sarmaşıklarla çevrelenmiş kolonun hemen önündeydi. Mahru'nun yüzü kafeye ve ilerideki büyük camlardan gözüken denize dönüktü. Kahverengi saçları bu defa dümdüzdü. Yüzünde neredeyse hiç makyaj yok gibiydi. Mavi gözlerinin altında halkalar vardı, uykusuz bir gece geçirmiş gibi duruyordu. Üzerinde günlük siyah bir elbise vardı. Dik yakalı elbise ancak dizlerinin altına geliyordu. Beyaz spor ayakkabılarıyla benden bir baş kadar kısaydı.
Yanına gittiğimde bana tatlı bir şekilde gülümsedi. Oturduğu yerden kalkıp elini omzuma koyarak yanağını yanağıma değdirdi. "Hoşgeldin."
Karşısındaki sandalyeye geçerken "Hoş buldum." dedim. Üzerimdeki deri ceketi çıkartıp sandalyenin arkasına astım. Benim de üzerimde krem rengi bir elbise vardı. Oturduktan sonra elbisemin v yakasını düzelttim. "Nasılsın?" diye sordum samimi bir tavırla.
"Çok iyiyim sen?" Aynı şekilde karşılık verdim. Mahru şekerli kahve söylerken ben sade istedim. "Nasıl içiyorsunuz öyle acı acı hiç anlamıyorum." Yüzünü buruşturdu.
"Tatlıyla aram hiçbir zaman iyi olmadı." diye açıkladım.
"Baran da öyle." diye mırıldandı. Konumuz elbette her cümleyle Baran'a çıkacaktı. "Biraz daha yakından tanıyalım birbirimizi istedim." Kahvelerimizi getiren garsona hafif bir gülümseme gönderdikten sonra "Hazır Baran her yerden çıkmıyorken." dedi ve göz kırptı.
"İyi ki aradın. Ben de seni daha yakından tanımayı çok isterim." dedim gülümseyerek. Kahve fincanımı sola doğru çevirdim. Getirdikleri sunum tepsisinde adını bilmediğim mor renkli bir çiçek, küçük bir bardakta su ve üç tane lokum vardı. "Baran'ın anlatmaya utanacağı saçmasapan hikayelerini de bir tek senden dinleyebilirim sanırım. Birbirinizi uzun zamandır tanıyorsunuz, öyle değil mi?"
"Ah evet o konuda en doğru isim benim." Kahvesinden bir yudum aldı. "Bütün hayatlarımız birbirimizle geçti desem yalan olmaz. Her anını bilirim Baran'ın. Ben oldukça genç bir yaşta işleri dedemden devraldım. Baran da on altısında falandı. Gece hayatıyla ilk tanışması sayemde oldu." Neşeli bir kahkaha attı. "Baran hep böyle akıllı, sakin ve ne yaptığını çok iyi bilen birisi değildi. Ben işleri devraldığım zaman aptal bir şeydi." Yeniden kıkırdadı. Bu seferki gülüşü bulaşıcıydı. Ben de gülmeden edemedim. "Hayatıyla, babasıyla ve en önemlisi kendisiyle ne yapacağını bilmediği zamanlardı. İlhan amca onların üniversite konusunda karar vermesini beklerken Baran ve Volkan, Kıbrıs'ta gece ve gündüzü tersine çeviriyorlardı. İlhan amca benim başlarında olmama güvenirdi." İlerideki denize takıldı gözü. Geçmişe gittiğini anladım. İlhan Günay ile iyi bir ilişkisi vardı belli ki. "Onun güvenini boşa çıkartmamam gerekiyordu. Bizimkilere ablalık yapmak zorunda hissetmeye başladım kendimi." Hikayenin heyecanlı kısmına gelmiş olmalıydık. "Yine bir gece otel odasında sızıp kalmışlar. İkisini buzlu sularla uyandırdım. Aldım karşıma konuştum. İlk ve tek ablalık konuşmamdı. Volkan gülme krizine girdi. Baran'ı birkaç dakikalığına bile olsa düşündürmeyi başarsam da Volkan'a uyup o da 'ablalık konuşmamı' komik bulduğuna karar verdi."
Gülümsedim. "Toparlandılar mı sonra?"
Gözlerini devirdi. "Nerede!" dedi elini havada sallayıp. "Aynı şekilde devam ettiler. En sonunda İlhan amca Kıbrıs'a geldi. İkisini de başka ülkelere gönderdi. Ben de o an onları konuşarak ikna edemeyeceğimi anladım. Birlikte eğlendiğin insanlar için otorite figürü olmak zor."
Kaşlarımı çattım. "Baran senden çok saygıyla bahsediyor. Gördüğüm kadarıyla Volkan da senden oldukça çekiniyor." Aslında kullanmak istediğim kelime korkuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
6. 10. 21
ActionKendini hiç alışık olmadığın bir denklemin ortasına atarsan ne olur? Birce Dereli tam da bunu yapmıştı. Bilmediği bir adamın peşinden, ailesini elinden alan adamın peşinden gitmişti; Baran Günay'ın. İstanbul'dan Çeşme'ye uzanan bu macerada kendini...