Menekşe'de deniz kenarındaki 15 numaralı masa, bugün çok rüzgarlıydı. Herkes içeride oturmayı tercih etmişti. Ama ben, inadımdan ve rüzgarın yüzüme çarpmasından aldığım keyiften dolayı Anıl gelene kadar burada oturmayı tercih etmiştim. Anıl'ı hava böyle rüzgarlıyken dışarda oturmak istemeyeceğini bilecek kadar iyi tanıyordum.
İçtiğim ikinci sigarayı küllüğe bastırıp söndürürken rüzgarın hareketlendirdiği denizi izledim. Saat dördü biraz geçiyordu. Saat ilerledikçe rüzgar şiddetini arttırıyordu. Sabah çıkarken giydiğim elbise ve deri ceket artık beni sıcak tutmuyordu. Ceketin yakalarını biraz daha kaldırdım. Rüzgardan uçuşan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.
Mahru'nun anlattıkları içimde bir boşluğa neden olmuştu. Baran'ın hayatında gerçekten var olmak isteyen bir kadın olsaydım üzülmeli veya sinirlenmeliydim. Ama Baran'ın hayatında var olmak istemiyordum. Bir şeyler olacaktı ve ben o hayattan arkama bakmadan çıkacaktım. Bu yüzden de Mahru'nun kendi yoluna bakman en doğrusu, Baran'la birbirinizi yıpratırsınız temalı konuşması beni etkilememişti. Beni etkileyen Baran'ın çevresinde olan herkesin bizim ilişkimizde bir fark görmesiydi.
Mış gibi yapma saçmalığına kendimi inandırdığım için aptal gibi hissediyordum. Baran Günay karşımda benimle flört ediyorken, sımsıcak bakışlarla yüzüme bakıyorken, beni öpüyorken, seviyorken nasıl mış gibi yapabileceğime inanmıştım? Bu kadar aptal olduğuma inanamıyordum.
Geldiğimiz noktada herkes bizi birbirimize aşık sanmaya başlamıştı. Baran'ın çevresi onun beni farklı bir yere koyduğunu söylüyordu. Beni dikkatli olmam için uyarıyordu. Benim çevremse, yani Serkan, Baran hayatıma girdiğinden beri beni arayıp sormuyordu. Fotoğraflarda bile belli olacak bir aşk görüyordu Serkan.
Masanın üzerine, küllüğün yanına bıraktığım telefonumu alıp Serkan'a mesaj yazdım. Bu soğukluk çok uzamıştı.
"Sana ne oldu anlamıyorum. Beni kaç gündür arayıp sormuyorsun. Başkalarından benim hakkımda haber alacağına beni ara. Kardeşlik diyorsun ya hep. Kardeşlik böyle trip atmak değil."
Yazdığım mesajı bir kez daha okuduktan sonra göndere bastım. Telefonu yeniden masaya bıraktım. Ellerimi ceketin cebine koyup denize döndüm.
"Tamam artık üzülme. Bir Günay gider diğeri gelir." diyen Anıl'ın sesini duyduğumda omzumun üzerinden geriye baktım. Menekşe'nin balkon kısmındaki merdivenlerden seslenmişti bana. Ondan bir basamak yukarıda duran esmer kadının elini tutuyordu. Işıl Günay.
Oturduğum yerden kalktım. Sigara paketimi ve telefonumu çantamın içine koydum. Çantayı sıkıca tutarken yanlarına gittim. "Merhaba şekerim." diyerek Anıl kollarımı tutup sarıldı.
"Merhaba." Anıl'dan ayrılıp Işıl'a döndüm. Işıl gördüğüm en güzel esmerlerden birisiydi. Siyah parlak saçları dümdüz bir şekilde omuzlarından dökülüyordu. Siyah büyük gözleri, dumanlı bir makyajla çerçevelenmişti. Dudaklarında tatlı pembe bir parlatıcı vardı. Üzerindeki spor kıyafetlerle bile şık, havalı gözüküyordu. "Merhaba." dedim elimi uzatırken. "Birce."
"Biliyorum. Işıl ben de." Müthiş bir gülümseme sundu. "Herkes senden bahsediyor. Sonunda tanışabildiğimiz için çok mutluyum." Uzattığım elimi iki eli arasına aldı. Cıvıl cıvıldı.
"Hanımlar, sizin için içeride harika bir masam var. Oraya geçmeye ne dersiniz?" Anıl, biz tanışırken merdivenin başına geçmiş, cam kapıyı açmıştı. "Sonra Menekşe çok soğuk, üşüdük, kimse bizimle ilgilenmedi diye eleştiri yazmayın bir yere."
Işıl, içeri girmeden önce Anıl'ın omzuna vurdu. "Üşüdüm desene şuna."
Anıl gözlerini iyice kısarak güldü. "Üşüdüm bebeğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
6. 10. 21
ActionKendini hiç alışık olmadığın bir denklemin ortasına atarsan ne olur? Birce Dereli tam da bunu yapmıştı. Bilmediği bir adamın peşinden, ailesini elinden alan adamın peşinden gitmişti; Baran Günay'ın. İstanbul'dan Çeşme'ye uzanan bu macerada kendini...