Doğu Marsa ve Batı Marsa. Burası iki parçaya ayrılmış bir gezegen. Henüz siyasi, iktisadi ve ideolojik kavramların gelişmediği, daha doğrusu gelişemediği bir yer. Çünkü kendisini tanıyan bir devletin var olmamasını bir kenara bırakırsak, dünyanın bile bu gezegenden haberi yok. Tanrı burayı unutmayı tercih etti. Fakat bu kadar sefil oldukları için değil, çok gelişmişten de öte bir gezegen, halk oldukları için; onları kadere uymak şartıyla özgür bıraktı, tabi bu kader ve unutmak sayılabilirse. Belki gezegen iki parçaya ayrıldığı için birbirleri arasında politik ilişkilerin yürütüldüğünü düşünüyor olabilirsiniz ve hatta belki de savaşların. Politik ilişkiler kısmen yürütülüyor diyebiliriz fakat emperyalist açıdan birbirlerini etkiledikleri pek de söylenemez. Çünkü bu iki bölge her açıdan birbirine muhtaç ve iyi geçinmek zorunda...
Batı soğuk ve buzlarla kaplı fakat buradaki halk aynı dünyanın kutupsal bölgelerinde olduğu gibi genel olarak deniz ürünleri ile geçimini sağlayabiliyor. Doğu sıcak ve kurak ama buradaki halk da geçimini yine dünyanın çöl bölgelerinde olduğu gibi genel olarak hurma, kuru tahıl, üzümle... sağlayabiliyor. Fakat her halk kendi bölgesine uyum sağladığı için aralarında bu malların ticaretinin yapıldığı pek de söylenemez. Ha, bir de ortak bölge var, burada istediğiniz her şeyi yetiştirmeniz mümkün. Tanrı cenneti sanki buraya koymuş diyebiliriz, fakat en riskli bölge de burasıdır. Biraz daha detaylandırayım:
Batılı halk beyaz bölge insanıdır, bu yüzden kanları beyazdır. Doğulu halk kırmızı bölge insanıdır, bu yüzden kanları kırmızıdır. Her halk kendi bölgesinde kalmalı, eğer bir macera uğruna diğer bölgeye geçmek isterseniz, ki bunun için ortak alandan da geçmelisiniz, karşı bölgeye dünya saatiyle en fazla 10 dakika bağışıklığınız olduğunu unutmamalısınız. Şimdi ortak bölgenin yani benim tabirimle cennetin neden bu kadar tehlikeli olduğunu anlatayım.
Bu bölge evrenin bütün zevklerini ve şevklerini barındırmakla yetinmez aynı zamanda bütün arzularınıza da karşılık verir. Evrenin en güzel kadınları buradadır ve bakışıyla kalbinize minik fakat etkili birer ok fırlatabilirler. Okun girişini hissedemezsiniz bile, hatta öldüğünüzü bile anlayamazsınız bir süre. Evrenin en mükemmel hayvanları da buradadır. Efsaneye göre buradaki geyiklerin etini tadanlar sonsuza kadar yaşayabilirler. Gökyüzü burada daha bir mavi ve akan suların tadı burada daha da bir tatlıdır. Ayaklarınızın değdiği çimenler bir ipekten daha yumuşak ve içinize çektiğiniz hava botulinumdan daha da öldürücüdür. Burası cennet gibi gözüken bir cehennemdir aslında. Bu bölgeye bir kere ayakbastınız mı kendinizi unutursunuz, yani varlığınızı. Sonrası huzurlu bir ölüm olur.
Evet, intihar etmek için en huzurlu yer burasıdır. Halk, artık bir gözü toprağa bakan, ailelerinin en yaşlı üyelerini buraya getirirler. Son anlarını mutlu geçirip, Marsa'ya gözlerini huzurlu bir şekilde kapatsınlar diye.
Batı Marsa'nın kralı Edinsan. Kısmen Fransız devrimi soylu kesimden kalma bir tarza sahip diyebiliriz; tombul, varlıklı, boğazına ve haremine düşkün, kibirli, açgözlü... Çünkü o cennetteki geyiklerle beslenirdi. Aslında Doğu Marsa kralı olan Teslan'dan fazla bir farkı yok diyebiliriz. Kral Teslan biraz daha cılız ama bu sıfat sizi yanıltmasın çünkü Kral Edinsan'ın yanında herkes çok zayıf, ince ve naif gözükür.
Bütün bu anlattıklarım size yobaz, geri kalmış ya da üçüncü dünya ülkelerini çağrıştırmasın çünkü bu düşünceler tamamen yanlış olur. Bu gezegen halkının soyu, dünyaya dayanıyor, Muan adasına... Dünyanın daha tam olarak ergenleşmediği zamanlarda, tüm koşullara ayak uydurup, yapay seçilim bir yana artık doğal seçilime de mantıksız bir çerçeve içerinde müdahale eden insanın, kendini yaratma çağıdır. Gezegen henüz dünya olarak adlandırılacak kadar büyümemiş ve gelişmemiş, bu yüzden evrimin hiçbir yerinde insanın bu türünden, yani Marsanlar'dan bahsedilmez. Ve denizleri lavlardan oluşan bu adalarda yüzülmez diye de düşünmeyin. Onları kim neden gönderdi bunu Tanrı bile bilmiyor. İlk kez canlı, canlıyı yarattı ve belki de yine ilk kez canlı, kendine bir tanrı yaratma gereği duymadı. Adını koymadılar ama onlar zaten insanlığın sonradan kendine yarattığı tanrılardan çok daha akıllı, verimli ve üretkendiler. Kendilerini o kadar çok geliştirdiler ki, evrim onları görmeye cesaret edemedi ve kutsal kitaplarda anlatılan bir kadın zayıflığında alınıp, küstü. Ya da belki de tüm bu olanları içinde sığdıracak uygun bir yer bulamadı evrim, ve ''Öncesi beni ilgilendirmez.'' diyerek işin içinden sıyrıldı, kim bilir...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıyı Doğurmak
Science Fictionİşte kaos. Biz buna entropi mi diyorduk? Her şey gittikçe bozulur. Kader, bozulma çizgisinde yamuk yumuk ilerler ve biz denge kurmaya çalıştıkça yön değiştirip bizimle dalga geçer işte. Beyninin büyük bir kısmını kasıklarının altında taşıyanlarsa bu...