Susuyorum uzun zamandır. Susmak çok fazla şey anlatıyor bana. Kendi kendimle konuşmuyorum, küstüm sana. Kendi kendimle susuyorum, duymuyorsun da! Bir Tanrıça'nın suskunluğudur bu, korkmuyorsun ha! Daha ne olsun istiyorsun? Senin için öldürmediğim Tanrıça kalmadı! Senin için miydi? İnanmadım. Kendim içindi, gittikçe daha çok kana susadım. Bir Tanrıçaydım, Tanrıçaları kıskandım. Etrafı pembe bulutlarla çevrili dünyamızın toprağını, kana buladım... Kana susadım. Kana kana yudumladım ama yine de doymadım.
Her Tanrı ve her Tanrıça kendi yurdunu yarattı baştan sona, kendi kullarını atadı dünyalarına. Bense seni gözledim, etrafında dolanan Tanrıçaların kanını emmek istedim. Sonsuzluk ağacının altında sana aşk oyunları oynadım. Doymayacağımı bildim, bildim, bildim... Benim işim bilmekti, bilirsin. En bilmiş Tanrıça hep bendim.
Beni unuttun. Oysa ben sendim. Kendini görmezden geldin. Küstüm ve sustum. Bir kenara geçip, kullarımı yaratmaya koyuldum. Bataklığın içinde sardunyalarımı uyuttum. Korktular, sen de korktun. Siz hepiniz bir olun! Ben altındayım yağmurun, çıplak ayaklarım. Islak defterlerime kaderi fısıldarım. Tüm Tanrıçaları öldüreceğim o günü bekliyorum. Hayır, bekleyemiyorum. İşte şimdi mahvoldunuz, hayır, mahvoldum. Biliyorum. Bütün Tanrıçaları öldürüp, kanlarını gümüş kadehlerime doldurdum. Tanrılara yakışır bir ziyafet düzenledim, hepinizin önüne kandan şaraplar koydum. Artık tek Tanrıça benim evrendeki, işte şimdi doydum.
Duyuyor musun? Artık bütün kadınlar içimde bağırıyor benim. İşte bu benim sessizliğim. Artık en güçlü Tanrıça benim, önceden de öyleydim! Söyle, konuş! Beni neden lanetledin? Neden bu güçsüz bedenin içine hapsettin? Hesap ver, beni hala seviyor musun bilmeliyim!
...
Dünyadan önce...
Bir varmış, bir yokmuş... Bir gezegen varmış ama kullar yokmuş. Burada sadece Tanrılar ve Tanrıçalar ve yeraltında kana susayan iblisler yaşarmış. Bulutları pespembe olan bu gezegende, tohumlar havada uçuşuyormuş. Çünkü yerçekimi, Tanrı'nın yaratacağı dünyadakinin iki katıymış. Bu yüzden atmosfer ağırmış. Otçullar havada serpilir, tohumları kaparmış. Etçiller, yavru otçulları tek lokmada yutarmış.
Tanrılar ve Tanrıçalar kahvaltılarını, bulutların üstünde yaparmış. Kahvaltıdan sonra işe koyulur, yaratacakları gezegen ve kullarını düşünürler, üstüne tartışırlarmış. Hepsi birbirleriyle uyum içinde yaşarlarmış, biri hariç!
Biri varmış ki...
Bakın, bakın geliyor.
Ayağında pabuçları yine yok,
Çamurlu yollarda zıplaya zıplaya yürüyor.
Elbisesi beyaz,
Ve uçları yine kirli.
Yasaklı ağaçtan bir elma koparmış belli,
Elleri kanlı.
Yanakları al al yine,
Ama utançtan değildir eminim ki.
Olamaz!
Sardunyaları gördü.
İşte şimdi yağmuru başlatacak!
Bulutların üstündeki ziyafetimizi,
İllaki bozacak!
Ayaklarımızı ıslatacak!
Bundan Tanrıça filan olmayacak!
Bulutların üstünde yine bir kahvaltı... O, yine geç kaldı. Çıplak ve çamurlu ayaklarını bulutlara sürte sürte geldi. Hızlıca, beline bağladığı pabuçları çıkardı, giydi. Onları yine kirletti. Kanlı ellerini sırtına sildi. Kenardan köşeden, sofraya doğru baktı. Yine tüm Tanrıçalar, gözde Tanrının etrafında toplanmıştı. Sinirle bulutlara tükürdü. Eteğindeki fazla suyu sıkıp, bulutlara armağan etti. Dağınık saçlarını toplamaya yeltendi ama beceremedi. Omzundan kayıp, bir memesini açıkta bırakan elbiseyi düzeltti. Oysa çıplakken yemek yemeği daha çok severdi. Her neyseydi! Sofraya yaklaştı, bir köşeye oturdu. Diğer bütün Tanrı ve Tanrıçalar ona garip garip bakıyordu. Onun ise düşündüğü tek bir şey vardı: Kahvaltıda sardunya reçeli var mıydı? Baş Tanrıça konuştu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıyı Doğurmak
Science Fictionİşte kaos. Biz buna entropi mi diyorduk? Her şey gittikçe bozulur. Kader, bozulma çizgisinde yamuk yumuk ilerler ve biz denge kurmaya çalıştıkça yön değiştirip bizimle dalga geçer işte. Beyninin büyük bir kısmını kasıklarının altında taşıyanlarsa bu...