Hadi gelin, boşluğa yazalım, boşluğa haykıralım. Havanın olmadığı bir hiçlikte imkansızı başaralım ve hiçliği tanımlayalım. Ona birçok sıfat yapıştıralım ve ne kadar da iyi betimlediğimizle övünelim. İnsanlara gösterelim. Bizi övsünler, sonra yersinler, yerin dibine sokup bizi unutsunlar. Sonra bizler kederlenelim. Dünyanın en iyi yazarları kadar iyi betimleyemediğimizi düşünüp dertlenelim ve yakalım birer sigara, yanında bir viski bir kola. Karıştıralım ikisini de sigaramıza sardığımız otla. Çekelim içimize kaybettiğimiz ruhumuzu, asla bulamadığımız benliğimizi. Düşelim, kalkalım, kalemimizi tekrar elimize alalım. Bu sefer gözlerimizi her şeye kapatalım. Kulaklarımız sadece kalbimizin ritmini dinlesin. Bütün akıllılar sussun ve sadece benim deli beynim konuşsun. Doğru bilinen tüm değerleri yıkalım, yerine daha süslüsünü koyalım. Abartalım, ayakları kaysın yerden herkesin. Düşerken bağırsınlar ve düşene dek bilmesinler aşağının yukarıdan daha iyi olduğunu. Tüm günahları işleyelim ve sevapları unutalım. Kötülüğe taparken merhametimizi sorgulayalım. Şeytan mıydı iyiliği hatırlamamıza sebep olan deyip aklımızı kurcalayalım. Zihnimizi kaybedelim ve beynimizi bir yolsuza beş kuruşa satalım. Sonra o beş kuruştan milyonlar kazanalım. Başaralım ama doymayalım. Tüm duyguları tadana kadar pes etmeyelim. Her şeyi hissettikten sonra ölelim ve ölümle de yetinmeyelim. Bir Tanrı olalım ve bir daha asla dünyaya doğmayalım. Akıllara durgunluk verelim, dilsizlere susuzluk ve tüm katillere birer silah... Alnımın tam ortasından vurun beni, beynim tutunsun ölüme ama kurşun işleyemesin fikrime...
Marsinsan bahçe kapısından içeri girerken Wicca'nın kendi bahçesine ektiği sardunya tohumları tekrar gözüne çarptı. Aklınca benimle dalga geçiyor işte diye düşündü. Ne hevesle getirmişti o sardunya tohumlarını Marsa'dan. Şimdi burada azıcık sardunyayla yetinmek zorundaydı. Kafasını sağa sola isyanla salladı ve evinin verandasından içeri girdi. Burada çamdan yapılmış kocaman bir masa vardı. Kendisi için oldukça büyük bir masaydı bu ve kendi ailesinin bu masayı tamamen dolduramayacağını düşündü, kendi üç kişilik ailesi.
Sonra bir ailesi olduğu aklına geldi ve Güzel'e ihanet ettiğini hatırladı. Elleri dudaklarına gitti. Dudakları çok acıyordu. Sırtındaki çantayı çamdan masaya attı ve oturdu. O anı hatırlamaya çalıştı. Wicca'yı öpüşünü... Ama hatırlamaya çalıştığı her seferde Güzel'e ihanet ettiğini hissediyordu, daha doğrusu hissetmeye çalışıyordu. Acı çekmesi gerekiyordu. Bunu yaptığına pişman olması gerekiyordu. İhanet kötü bir histi ve şu an kendini olması gerekenden daha iyi hissediyordu. Bu yanlıştı. Yaptığı yanlışın vicdan azabını bile çekemiyordu. Tamam duygusuzdu o ama yine de acı çekmeliydi işte. Olmuyordu ama. Sonra aklına Güzel'in kendisi için yazdığı kitap geldi. Hızla çantasını karıştırdı ve buldu: "DUYguların Tanımı" Sayfaları hızla çevirdi ve aradığı sayfayı buldu: İhanet!
İhanet: Bu kelime içinde gizli bir "lanet" kelimesi taşır. İh-lanet. Kötü olduğunu herkes bilir fakat ihanet duygusunu içinde taşıyan kimse iyi hissediyorum demeye cesaret edemez. Çünkü kötü hissettirmesi gereken bir şeyin kendisine haz vermesini insanoğlu kabullenemez ve her zamanki gibi yapmakta en iyi olduğu şeyi yapar, kendini kandırır. Acının kalbinin en ortasına oturup ahkam kesmesini beklerken vicdan patavatsızca araya girer ve sızlamıyorum diye haykırır. Beynin sana sürekli bu duygudan ne kadar da haz aldığını hatırlatmak istercesine gözünün önüne şeytani sahneler getirir ve sen şeytanı çırılçıplak bir huri bedeninde görmeye devam edersin. İyi insanlar acı çekmek ister, pişmanlık duymak ister ve çoğu da bunu başarır. Peki ya kötü olanlar? Kötü olanlar bunun bir ihanet olduğunu bile anlayamazlar. İhaneti tanımazlar çünkü onların vicdanı tek bir Tanrı'nın günü onlarla konuşmamıştır. İçlerinde vicdanın olduğunu bilirler ama vicdanları onlara ses vermez. Vicdanı kendisine küsmüş canlılar acılarını içlerine gömerler farkında olmadan ve asla acı çekmeyen taş kalplileri oynamaktan bıkmazlar. Ta ki birileri çıkıp onun vicdanına dokunana kadar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıyı Doğurmak
Science Fictionİşte kaos. Biz buna entropi mi diyorduk? Her şey gittikçe bozulur. Kader, bozulma çizgisinde yamuk yumuk ilerler ve biz denge kurmaya çalıştıkça yön değiştirip bizimle dalga geçer işte. Beyninin büyük bir kısmını kasıklarının altında taşıyanlarsa bu...