17 küsür yıl geçmişti. Askerler, kralların tam da istediği gibi yetiştirilmiş ve hepsi vahşi birer canavara dönüşmüşlerdi. En sert koşullarla imtihan edilmişlerdi ve asla âşık olmamaları için her birine birer kadın verilmişti ve birer evlat. Bunlar aynı zamanda geri dönmeleri için birer sebepti askerlere. Marsa'da bile kadınlara satılık bir malmış gibi davranılıyordu. Kadın evrenin her yerinde buna maruz kalır, sadece Dünya'da oluyor sanmayın. Tanrı'yı bile erkek olarak gören canlılar varken, onlara evrenin en güçlü Tanrısı'nın bir kadın olduğunu göstermek istemem benim suçum mu? Kendini insan gibi kamufle eden benim. Bundan vazgeçemiyorum. Benim kitabımda kadınlar her zaman daha üstündür, o yüzden yarattığım bu soyun kadınlarına yaratma gücünü bahşettim, kendimden bir parçayı. Fakat siz erkekler bunu bir zayıflık olarak gördünüz. Tanrılarınızla bir olup kutsal kitaplarınızda kadınların ne kadar zayıf, narin ve kırılgan olduğunu yazdınız. Ama şimdi benim zamanım. İşler değişti. Artık benim kutsal kitabım okunacak ve okutulacak. Hiç görmedik demeyin, şu an ellerinizde tuttuğunuz bu kitap, işte benim kutsal kitabım ve birçok nesil bunu okumaya devam edecek. Beni merak edeceksiniz, aranızda olacağım ama asla göremeyeceksiniz. Beni sadece sizin Tanrı'nızın yaratıp sonrada cennetinden kovduğu şeytanlar görebilecek, kibir günahını işleyip bundan hem vazgeçmiş hem de vazgeçemeyen şeytanlar.
Ve onlar dünyadan gelmişlerdi fakat hiçbiri bu gerçeği bilmiyordu. Halk bile onların nereden geldiğine anlam verememişti. Onları krallıklarının kurtarıcıları olarak görüyorlardı. Dünya'nın Tanrısı'na olan nefretleri gözlerini bürümüştü. O'ndan nefret ediyorlardı. Ama kendi Tanrılarını hiç sorgulamamışlardı. Soylarını kimin yarattığını asla düşünmemişlerdi, Kralları onlar için zaten tek yaratıcılardı.
Beni hiç düşünmediniz, üstelik sizden beni sürekli anmanızı ve bana ibadet etmenizi istememiştim. Sadece kibrinizi yenin istedim beyler.
Elçi'nin Dünya'daki yeri de hemen hemen tespit edilmişti, tabi ki Büyük Kâhin tarafından. Büyük Kâhin bunu yaptığı için kendine kızıyordu fakat kadere boyun eğmek zorunda olduğunu da biliyordu. Benim güzel kızım, umarım kendini koruyabilirsin diyerek iç geçirirken zaten koruyacağından da emindi. Fakat içindeki ihanet duygusu kendisinin kötü hissetmesine engel olmuyordu. Şimdi bir sorun daha vardı. 100 kişi aynı anda Dünya'ya gönderilemezdi. Bu çok dikkat çekebilirdi. Aralarında bir kişi seçilmeliydi. Zaten hepsi tek başına Elçi'yi yenebilecek kadar güçlü sayılırlardı. Seçilmiş kişi başarısız olursa kalan 99 asker bu görevi devralabilirdi. Büyük Kâhin kimin seçileceğini zaten önceden görmüştü. O seçilmiş kişi "Marsinsan" dı. Bunu bilmek Büyük Kahin'in içine az da olsa su serpmişti. Çünkü Marsinsan her ne kadar diğerleriyle aynı koşulda yetişmiş olsa da onlardan çok farklıydı. Doğayı sever, çiçekleri sulardı. Fakat bunun sevgi veya merhamet olduğunu bilmeyecek kadar da cahildi duygular konusunda. Öldürüyordu ama ne için öldürdüğünü bilmiyordu. Her öldürdüğü canlı uğruna bir pembe sardunya dikerdi cennet bahçesine. O kadar iradeliydi ki, cennette 20 dakika kalabildiğini görenler olmuştu. Belki de duygularını daima görmezden gelmeyi öğrettikleri içindi. Ama batıya hiç gidememişti. Çünkü orada 10 dakikadan fazla duramıyordu. Orası soğuktu. İnsanın kanını dondurabilecek kadar soğuktu ve efsaneye göre oranın halkının beyaz kanı damarlarında kar taneleri olarak akıyordu. Nasıl olabilirdi bu? Bizleri kim böyle yarattı diye düşünmeden edemiyordu. İşte o daha önce Dünya'ya ayak bastığını bu sorgulamasıyla kanıtlıyordu aslında. Dünya'nın Tanrısı yarattıklarına sorgulama iradesi vermişti, çok güçlü bir sorgulama iradesi. Bunu benim yapmadığımı düşünmeyin, ben de yaptım, tek eksiğim onları mükemmel yaratmış olmamdı. Mükemmel olan canlılar hiçbir sorgulamaya ihtiyaç duymazlar fakat en çok sorgulayan kişilerdir. Belki de bu kadar mükemmel oldukları için her zaman aşkın otoriteyi reddetmişlerdi ve Elçi'yi asla kabul etmek istemiyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıyı Doğurmak
Science Fictionİşte kaos. Biz buna entropi mi diyorduk? Her şey gittikçe bozulur. Kader, bozulma çizgisinde yamuk yumuk ilerler ve biz denge kurmaya çalıştıkça yön değiştirip bizimle dalga geçer işte. Beyninin büyük bir kısmını kasıklarının altında taşıyanlarsa bu...