Tercihlerimiz bizi biz yapan en kesin delillerdir. Aslında bizi, yaptığımız tercihler şekillendirir; seçtiğimiz yollar nereye varacağını bilmesek bile bize hep yeni karakterler katar ve bazen de karakterimizden karakter alır. Bu tercih ettiğimiz yollarda hem bir şeyler kazanırız hem de bir şeyler feda ederiz bir şeyler için. Bazen kaybettiğimizi düşünürken aslında kaybettiklerimizin de bize bir şeyler kazandıracağını görmez ve isyan ederiz. İsyanımız bazen Tanrıya bazen evrene bazen sıradan bir kaldırım taşına dahi olabilir. Tercihlerimizle tecrübelendikçe aslında anlarız ki kaybetmek de bir şeyler kazandırabiliyormuş bizlere. Ama insanoğluyuz işte. Hep kazanmak isteriz. Sonunun kötü olduğunu bilsek de hep daha fazlasına sahip olmak, daha fazlasını almak ve kimseye hiçbir şey bırakmamak... Bunlar da bizim seçimlerimizdir. Demiştim ya, seçimlerimiz bizi biz yapan en büyük deliller. Hatta bazen öyle seçimler yaparız ki, yanlış olduğunu bile bile uçurumdan atlayacak kadar gözümüz körleşir. Uğruna ölünebilecek seçimlerdir bunlar ve daha pek çok seçeneğimiz olmasına rağmen biz ölümün peşinden koşarız. Çünkü her insan aptal olduğu kadar cesur ve cesur olduğu kadar da yenilmezdir. Siz hiç iki seçenek arasında kalıp ucunda ölüm olanı seçtiniz mi? Neden yapasınız ki bunu? Kim canını feda edebilecek kadar cesur ve hanginiz cesur olduğunu iddia edebilecek kadar aptal? Ve soruyorum sizlere, hanginiz cesur olduğunu kanıtlayabilecek kadar gözü kara?
Marsinsan Araf'a, Büyük Kahin'in yanına gitmişti. Göreve başlamadan önce Büyük Kahin onu görmek istemişti. Mağaraya benzer bir kapıdan hızla geçerken içerinin ne kadar da karanlık olduğunu düşündü. Kahinlerin bir şeyler görmek için ışığa ihtiyacı yoktu zaten. Onlar içlerindeki ışığı korurlardı, o ışık sönmedikçe de görmeye devam ederlerdi.
Kahin yas pozisyonundaydı. Kaşlarını çattı Marsinsan, buna anlam verememişti. Kahinler kolay kolay yas tutmazlardı. Hele ki söz konusu Büyük Kahin ise, o bunu hiç yapmamıştı! Bir Kahin sadece evlatları için yas tutardı ama Büyük Kahin'in hiç çocuğu yoktu, hatta bir eşi bile yoktu. Yoksa var mıydı?
-Bu yas benim için mi Kahin? diyerek hafif alaycı bir tavırla gülümsedi Marsinsan. Marsinsan'ı Büyük Kahin büyütmüştü. Doğduğu andan beri yanında hep o vardı. O yüzden Marsinsan, belki de beni oğlu gibi görüyor diye düşündü ve ufak bir ima yaptı Büyük Kahin'e aslında.
Kahin cevap vermedi ve aynı pozisyonda başı eğik şekilde oturmaya devam etti. Pelerini yüzünü kapasa da ağladığı, gözyaşlarını şişeye doldurmasından anlaşılıyordu. Çünkü Büyük Kahin'in gözyaşları panzehir görevi görürdü, aynı Elçi'ninki gibi.
-Bu panzehri benim için hazırlıyorsan boşuna uğraşma Kahin, bana hiçbir şey olmayacak. Görevi tamamlayıp geri karımın ve oğlumun yanına döneceğim.
Büyük kahin yine cevap vermedi. Hiçbir sorusuna cevap alamayan Marsinsan etrafa göz atmaya başladı. Doğduğu andan beri Büyük Kahin'i tanımasına rağmen onun meskenine çok az gelebilmiş ve burayı çok az inceleyebilmişti. Bunların hepsini de Büyük Kahin'den gizli olarak yapmıştı. Çünkü Büyük Kahin her zaman bir şeyler saklardı, kimsenin bilmemesi gereken bir şeyler... Bir süre etrafı inceleyen Marsinsan'ın artık sabrı tükenmişti:
-Kahin biliyorsun ki sadece 10 dakikalık bir bağışıklığım var.
-İkimizde senin buraya sonsuz bağışıklığın olduğunu biliyoruz Marsinsan! Birini kandırmak istiyorsan bu konuda karşına alacağın kişi bir kahin olmamalı!
Haklıydı, Marsinsan yaptığından utandı. Başını öne eğdi bir süre, sonra sorularına yanıt almak ister gibi Büyük Kahin'in elindeki şişeyi gösterdi gözleriyle. Kahin pelerininin diğer cebinden bir şişe daha çıkardı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıyı Doğurmak
Science Fictionİşte kaos. Biz buna entropi mi diyorduk? Her şey gittikçe bozulur. Kader, bozulma çizgisinde yamuk yumuk ilerler ve biz denge kurmaya çalıştıkça yön değiştirip bizimle dalga geçer işte. Beyninin büyük bir kısmını kasıklarının altında taşıyanlarsa bu...