11.Bölüm: Bir'likte Yalnızlaşmak

64 19 0
                                    

  Yalnızlık sıfatı her zaman Tanrılara daha çok yakıştı. Onlar bu sıfatın hakkını her canlıdan daha iyi verdiler. İnsanoğlunun çoğu yalnızlığı kaldıramadı. Bazıları artık dayanamadı ve canına kıydı. Bazıları ise bu zinciri çoktan kırdı! Çünkü zinciri kıranlar anladılar ki bu hayattaki en büyük destekçileri yine kendileri. Bir gün düştüklerinde kimsenin onlara el uzatmayacağını bildiler. Ailelerinin de gideceklerini ve onları yalnız bırakacaklarını gördüler. Çünkü zinciri kıranlar büyüdüler ve büyüdükçe büyülendiler. Yalnızlığa düğümlendiler. Ve bu sıfatı tanrılar yaşlılarla da paylaşmayı seçtiler. Tanrılar bile paylaşmayı bildiler. Ama biz insanlar hiç doymadık. Sofra hep dolsun, kalabalık olsun istedik. Yalnızlığı hiç beğenmedik. Tanrılara ait sıfatları yerdik, yerin dibine sokup sonra yine aynı yere geldik. Biz neydik, ne olduk? Kime savaş açtık ve nereden kovulduk da düştük bu cehenneme?

Ey insanoğlu,

Sen cennetteki yasak elmayı yiyen ademin torunusun!

Nefsin uğruna, dünya cehennemine kovuldun!

Orada bile dayanamadın yalnızlığa,

Dedin ki hemen bana bir kadın bulunsun.

Ey insanoğlu,

Sen yalnızlığı kaldıramayacak bir atanın dölüsün,

Yalnızlığı arkadaş etmedikçe kendine, sadece bir ölüsün!

Bırak da nefsini yalnızlığın öldürsün,

Yalnızlığı kazandığında,

Artık sende Tanrıyı doğurabilecek bir düğümsün.

Orada çözülmeyi bekle,

Ancak o zaman gerçekleri görürsün.

Wicca yanında nefessiz yatan adama sırtını döndü. Sevişirken övündü, bitince dövündü. Bu kadar güzel hissettiren şeyden kalbi yakındı! Utandı! Güzel hissettiren şeyleri neden yasakladı Tanrı? Neden her güzele günah dendi? Niye kimse çıkıp da bunu sorgulamadı? İnsanın sevdiğine dokunması neden günahtı? Çünkü her şeyin zaten gittikçe bozulduğunu bilmelerine rağmen kimse düzeni bozmak istemiyordu. Kurallar olmalıydı, yasaklar olmalıydı çünkü ancak bu şekilde insanlık korunabilirdi. Kimsenin insan olamadığı bir insanlığın içinde, her şeyin bozulduğu bir düzeni sürdürmek... Hangi akıllının haddine!

Marsinsan sırt üstü uzanmış sadece tavanı izliyordu. Sevişirken kendini bu kızın tek sahibi gibi hissederken, bitince içini rahatsız eden bir duygu kapladı. Adı neydi bunun? İhanet mi? Hayır bu pişmanlıktı. İhanetin yancısı olarak gelen pişmanlık! Güzel "DUYguların Tanımı" defterinde nasıl açıklamıştı bunu?

Pişmanlık: İçinizde sizi rahatsız eden bir acı varsa bu, vicdanın size sunduğu bir pişmanlık duygusu olabilir. Bu duyguyu iki durumda hissedersiniz; ya çevrenizdekilerin sizden beklediklerinin aksini yapmışsınızdır ya da kendinizin kendinizden beklediklerinin aksini! Buraya çok dikkat etmelisiniz. Çünkü çevrenizdeki insanların sizden beklediklerinin aksini yapmışsanız, bu içinizde bir acıya sebep olabilir fakat o insanlar çevrenizden gittiğinde pişmanlığında içinizden silip gittiğini görebilirsiniz; ama kendinizin kendinizden beklediğinin aksini yapmışsanız, işte o zaman gerçek pişmanlık tüm vicdanınızı ele geçirir ve bir virüs gibi bulaşır ruhunuza. İşte bu, panzehri olmayan bir zehirdir. Bu acıyı ancak ölünce hissetmeyi bırakabilirsiniz. O yüzden karar ver! İçindeki pişmanlığın sebebi etrafındaki insanlar mı yoksa sen misin?

Marsinsan bu cümleleri hatırlayınca içinde bir umut ışığı hissetti! Çünkü içindeki pişmanlığın sebebi, etrafındaki insanların kendisinden yapmasını beklediği şeylerin aksini yapmaktan kaynaklanıyordu. Oysa o, kendisinden başka şeyler bekliyordu. Marsinsan bu kızı öldürmek istemiyordu. Sanki kız ölürse, o da ölürdü.

Tanrıyı DoğurmakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin