Efsaneye göre doğan her yeni canlı için uzayda da bir yıldız doğarmış. Bu yüzden evrende bu kadar çok yıldız varmış. Canlılar büyüdükçe, onun yıldızı da büyürmüş boşlukta. Onlar dolandıkça, yıldızları da dolanırmış kendi yörüngelerinde. İnsan nereye giderse, yıldızı da onu takip edermiş. Herkes kendi yıldızının yörüngesini belirlermiş.
Ve bir yerde, artık insan anlarmış sürekli aynı yerde dönüp dolaştığını. İşte o anda yıldız, sürekli dönüp dolaştığı o yörüngeden çıkmaya cesaret eder ve bir anda kendini hiçbir yönün olmadığı o boşluğa bırakırmış. Neresi sağ, neresi sol? Aşağısı neresi ve ben şu an düşüyor muyum yoksa yükseliyor muyum? İşte bu boşlukta tüm yönler önemsiz. Bu boşlukta insan, sadece kalbinin götürdüğü yeri bilir ve tek yönü de orasıdır. Ve kendisine yolu gösteren kalbinin peşinden gitmeye başladığında, geçtiği yerlerde gerçekleri görmeye başlar. Gerçekleri gördükçe, kendi gerçeğini de merak eder. Yörüngede kalıp dönmeye devam eden diğer tüm yıldızlar onun ne kadar da ihtişamlı olduğundan bahsederler, yanmaktan küle dönmüş kuyruğuna bakarak. Arkasında bıraktığı ize bakıp: "İşte, işte o, bu yollardan gitti. Bu yönden gitti ve orada. Biz de onu takip edelim. Biz de onun peşinden gidelim" Derler. Ama kendi yoluna gitmektense, başkalarının ayak izini takip eden bu yıldızlar o boşlukta kaybolurlar.
Ama yolundan çıkmış ve kalbinin sesini dinleyen bizim yıldızımız asla arkasına bakmaz. Geçmişini peşine takmıştır, onun varlığını bilir ama dönüp bakmaz ona. Çünkü o, kendi yolunda, kendi gerçeğini aramaya çıkmıştır. Gerçek olan gerçeği. Çıplak, makyajsız ve doğal olan...
Ve sonunda kendi gerçeğini bulur insan. Anlar gerçeğin ne olduğunu. Gerçek şudur ki: Bu evrende nereye gidersen git, hangi yönü takip edersen et, ölümdür sonunda varacağın tek gerçek! Onu kimse inkar edemez. Sonuna vardığında yolun, yani ölüme geldiğin o anda, o yolu nasıl gittiğini düşünmeye başlarsın. O yolda neler yaptığını ve hatta neleri yapmadığını. Acaba yapmadıklarımı yapsaydım neler olurdu diye düşünürsün. Belki ölümden bir şans daha istersin. Ama ölüm sana öyle bir kara bulut getirir ki! Artık bir yıldız olmanın önemi yoktur. Kendi ışığın da dahil her şeyi içine gömersin ve çökmeye başlarsın. Tüm pişmanlıkların, bütün iyiki'lerin, yaptığın tüm iyilikler ve kötülükler... İçindeki o karadelikte saklıdır artık. Artık parlak bir yıldız değilsindir.
Sonra insanın ruhu bedeninden çıkar ve kendine yarattığı o karadeliğin içine gider. Burayı kimseler göremez, ölen insanın ruhundan başka! Hayat boyu nasıl yol almışsan hepsi bu karadelikte saklıdır, seni bekler. Aslında herkes kendi cehennemini ve cennetini yaratır burada. Herkesin ruhu kendi karadeliğine saklanır. Aslında biz karar veririz ruhumuzun cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğine. Herkes kendi kaderinin mimarıdır. Neye inanırsan inan, bu böyledir. Çünkü:
Birisi öldü.
Birileri üzüldü.
Bazıları ağladı,
Bazısı sustu.
Bazılarının haberi bile yoktu.
Kimileri yas tuttu ardından,
Kimileri ağlayamadı şaşkınlıktan.
Eğer elma kesilmişse, o elma bitecek.
Eğer yarısı yenmişse, diğeri zaten kendi kendini çürütecek.
Annem boşuna dememiş o tabak bitecek,
Yoksa arkandan ağlar diye.
Ne bu ölüm?
Başlangıç mı yoksa sadece kader mi?
Dünya boş beleş mi, yoksa beş kuruş eder mi?
Yaşamak için pazarlık yapıyoruz, peki buna değer mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıyı Doğurmak
Science Fictionİşte kaos. Biz buna entropi mi diyorduk? Her şey gittikçe bozulur. Kader, bozulma çizgisinde yamuk yumuk ilerler ve biz denge kurmaya çalıştıkça yön değiştirip bizimle dalga geçer işte. Beyninin büyük bir kısmını kasıklarının altında taşıyanlarsa bu...