Bazen kaybederiz, hatta itiraf etmeliyim ki çoğu zaman kaybederiz. Genelde neyi kaybettiğini bilir insan ama neyi kaybettiğini bilmiyorsa endişelenir. Çünkü acaba büyük bir şey mi kaybettim yoksa önemsiz, sıradan bir şey miydi diye düşünmekten alıkoyamaz kendini. Ama bir asıl olan önemli şey onu kaybetmendir. Bir kere kaybetmişsindir işte, büyük ya da küçük ne önemi var. Zaten sahip olamayacaksın ki ona. Büyük bir şey kaybettiğini görüp daha da hayıflanmak mı istiyorsun. Sen insanoğlu, neye böyle direniyorsun! Çok yoruldum anlatmaktan çünkü beni hiç dinlemiyorsun. Sadece okuyorsun ve bu deli yine ne zırvalıyor diyorsun. Anlamıyorsun, ben anlatamadığım için değil, senin tanrın algılamanı ve duyusal kavrayışlarını kısıtladığı için anlamıyorsun. Senin suçun değil biliyorum, aslında seni yaratan Tanrı'ya sövüyorum.
Copun demire vuruşuyla gözlerini açmak zorunda kaldı Marsinsan. Uyanır uyanmaz yanı başındaki istasyon memurunu gördü:
-Peronları boşaltıyoruz!
Marsinsan etrafına bakındı, kız yoktu. Rüya mı görmüştü? Bu olamazdı, ellerine baktı ama elleri mor değildi, sonra dudaklarına gitti elleri. Nasıl olurdu? Kız kendisinden önce mi çıkmıştı acaba diye düşünerek hızlıca bavulunu alıp dışarı koştu. Etrafındaki insanlara baktı şaşkın şaşkın. Yoktu. Hayır, bu hayal olamazdı, bu rüya da değildi. Sonra çantasına baktı ve eldivenlerin orada olup olmadığını yokladı. Eldivenler çantasındaydı. O zaman bu bir rüya mıydı? Hayır, hayır rüya olmadığına çok emindi. Sandviçler! Ve çantasına baktığında sandviçlerin de orada olduğunu gördü. Yani her şey bir rüya mıydı diye düşündü tekrardan. O kadar hızlı düşünüyordu ki delireceğinden endişe etti bir an. Başını ellerinin arasına aldı. Belki de bu kız gerçekten tehlikeliydi ve kendisine bir oyun oynadı.
Hem hayal kırıklığı hem de kalp acısını hissetti içinde ama adını koyamadı. Kusmak istiyordu. Hızlı bir şekilde çantasından haritasını çıkardı. Hemen eve gitmeliydi. Yaşadığı şeyin gerçek olup olmadığını bilmiyordu ama gerçek olma ihtimali vardı ve bulunursa kendisini öldürebilirlerdi. Hızlıca evinin yolunu aldı. Bu sırada etrafı da keşfetmeye çalıştı. Küçük bir yerdi burası ama üstünkörü bakıldığında bile dünyanın diğer yerlerine göre daha gelişmiş bir yapısı olduğunu görmek mümkündü. Umarım kahinler doğru yeri tespit etmişlerdir diye düşündü. Sonra bu düşünceden vazgeçti, aslında yanlış yeri tarif etseler daha mı iyi olurdu diye düşündü. O, bu düşüncelere dalmışken kıvırcık saçlı esmer bir kız yolunu kesti:
-Merhabaaa, sen şuradaki evin yeni sahibisin değil mi?
Marsinsan bu ani gelişle irkildi. Zaten trende yaşadıklarını tam olarak atlatamamıştı, bir de bu...
-Oww, seni korkutmak istemedim, üzgünüm.
Marsinsan sabırla iç çekti ve elini alnına götürerek:
-Sorun değil. Sadece biraz dalgındım. Evet yeni taşındım, nereden bildin?
-Çünkü buradaki tek yabancı sensin ve buradaki satılan tek evde orası. Bu arada senin dudaklarına ne oldu, iyi misin?
-Ne, ne olmuş?
-Mosmorlar.
Marsinsan'ın beyninde şimşekler çaktı. Kızla öpüşmüştü ve elektrikten dudakları yanmıştı. Hatırladı. Her şey gerçekti! Artık emindi. Önce şaşkınlık gözleri büyüdü ve sonra gözleri kısıldı, Hafifçe sırıttı:
-Çok teşekkür ederim tatlı kız.
Deyip bir makas aldı kızın yanağından. Yaşadıklarının gerçek olduğundan korkması gerekirken sevinmişti ve heyecanlanmıştı. Ama kendi ölümüne sevinen tek insan değildi!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıyı Doğurmak
Science Fictionİşte kaos. Biz buna entropi mi diyorduk? Her şey gittikçe bozulur. Kader, bozulma çizgisinde yamuk yumuk ilerler ve biz denge kurmaya çalıştıkça yön değiştirip bizimle dalga geçer işte. Beyninin büyük bir kısmını kasıklarının altında taşıyanlarsa bu...