yoongi'nin bir kusuru vardı.
öyle büyük bir kusuru vardı ki, o bile farkında değildi.
yoongi, seviliyordu. çok seviliyordu. yüzü için seviliyordu. vücudu için. dili iyi olduğu için. akıllı olduğu için seviliyordu, bazen haylaz olduğu için. kızıl ve minik onu eğlenceli bulduğu için seviyorlardı. küçük sınıflar onu abi gibi görüyorlar, ona tapıyorlardı. herkes ya onu istiyor, ya onun gibi olmak istiyordu.
ama yoongi, sevmiyordu.
hiç sevmiyordu.
tamam, bazılarından hoşlanıyordu. kızıl ve minikten hoşlanıyordu. iyi arkadaşlardı. yongsun iyi biriydi ve lezbiyendi. tarihçiden hoşlanıyordu, çünkü onu eğlendiriyordu. okul müdürü bir dediğini iki etmiyordu. ingilizce hocası ayaklarına kapanıyordu. kendinden küçük olanlardan hoşlanıyordu çünkü onlar kendisini ilah olarak görüyorlardı.
ama yoongi, kimseyi sevmiyordu.
nasıl sevildiğini de bilmiyordu.
eğer nasıl sevildiğini bilseydi, ortaokulda ona kek pişiren kızı severdi. kız çok sevimliydi, çok güzeldi ve ona çok iyi davranmıştı. üstelik akıllıydı. kitap okuma yarışmasını kazanmıştı ve yoongi'nin en sevdiği filmleri izlemişti. o kız sevilmeyecek gibi değildi.
lise 1'de bir çocuk vardı. yoongi o zamanlar mental açıdan iyi sayılmazdı. annesiyle anlaşamıyordu, liseye çok kötü başlamıştı, hiç arkadaşı yoktu, dersleri kötüydü, şu an olmak istemediği ve olmamak için her sabah makyaj yaptığı her şeydi. o çocuk ise ona bir bardak americano almış ve gözlerinin içine bakmıştı.
" merak etme, ben de fizikten kalacağım. " demişti.
yoongi o boşlukta o çocuğu kesin çok severdi.
eğer bazıları gibi olsaydı, yoongi ona bakan, onu isteyen, onu öpen herkesi çok severdi. ama yoongi sevemiyordu. eğer sevmeyi bilseydi, şu anki olduğu kadar başarılı ve mutlu olamazdı, bu yüzden bu bir güçtü.
ama eğer sevmeyi bilseydi, bazı zamanlar hissettiği şeylerin sevgi mi, yoksa onu eğlendiren ufak tefek heyecanlar mı olduğunu ayırt edebilirdi. bu yüzden bu bir kusurdu.
yoongi kusurluydu.
ama neyse ki ne kendisi, ne de herhangi bir başkası bunun farkındaydı.
yoongi aslına bakılırsa çoğu şeyin farkında değildi, zaar. birkaç gündür işi gücü permalıydı. varsa yoksa, permalı. ne buluyordu bu çocukta, tanrı aşkına? uzunca kirpikleri miydi kendini böyle ilgilendiren? yoksa parmakları mı? ah o gülümsemesi...
hiçbiri değildi.
permalı onun için geçen sene futbol takımı kazanmış olan kısa boylu takım kaptanından ya da sırıttığında dişleri ata benzeyen zayıfça sınıf arkadaşından farklı değildi. permalı bir hedefti, onun olacaktı. onun için sadece bir oyuncaktı. o yüzden hülyalanmanın da bir alemi yoktu. yapması gereken şey her zamanki gibi çok basitti.
ah bir de şu permalı birazcık aptal oluverseydi...
" kihyun. "
çocuk, yoongi ona seslenir seslenmez döndü. aferindi. böyle atik olması gerekiyordu, yoongi bir azını kabul edemezdi. kihyun sınıfa sene başında gelmişti, o zaman da yoongi'nin permalısı oydu. ama o biraz daha sersem olduğu için yoongi onu konserde yakalamış, kenara çekip öpmüştü. çocuğun her yerine pamuk şeker bulaştırmıştı. başkası bunu kendine yapsa yoongi ortalığı birbirine katardı, ama işte, kihyun biraz sersemdi.
" kantine mi gidiyorsun? "
" ...evet. "
" bana kahve alır mısın? "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
troublemaker || taegi, vsuga
Fanfictionokulun haylaz çocuğu min yoongi dünya üzerinde ayartamayacağı hiçbir insanın olmadığını düşünüyordu. gerekirse tatlı dilini, gerekirse görünüşünü, gerekirse yeteneklerini kullanarak birçok insanı kendi peşinde köle edebilirdi. sadece bir göz kırpmay...