yoongi, mezun olmak üzere olan ve annesiyle ilişkisi herhangi bir anne ve 17 yaşındaki bir çocuğun ilişkisinden çok daha farklı olan bir lise öğrencisi olarak hayatının annesi tarafından ne kadar çok kontrol edildiğini fark ettiğinde, okulun kazan dairesine inen tozlu merdivenlerinde oturuyor ve karton bardağın dibindeki sade kahveye bakıyordu.
ulan. sar ulan sar, başa sar. bir kere yoongi neden kazan dairesindeki tozlu merdivenlere oturuyor, tek başına, ışık da yok, kapkaranlık? soğuk bir kere, çocuğu olmaz. kahvesi de buz gibi, dibinde kalmış. kucağında bir kitap. "the louvre".
yoongi utanıyor.
yoongi, permalı'nın ona verdiği kitabı gün yüzünde okumaya utanıyor, bu yüzden böyle bir yer seçti, öğle arasını da burada geçiriyor, tabii ya. enayi yoongi.
kahvesi de bitmişti ya, hiç de zevk vermemişti zaten. şekersiz, sütsüz kahve kimseye zevk vermezdi, zevk verdiğini söyleyenler de yalan söylerdi, herhalde. ama yoongi hep böyle alışmıştı, ki. sade kahve kalori yakardı, hele de aç karnına, ki yoongi henüz kahvaltı bile etmemişti, bu yüzden belki de dün akşam yediği sandviçi yakabilirdi, ama çoktan yağ olduysa, ya? yoongi kahveye baktı. değer miydi, ya. bilmiyordu ki. bardağın dibindekini fondipledi, yüzü bir ekşidi.
kitabı yeniden kucağına aldı.
son birkaç gündür sadece bu kitabı okuyordu. ilk başta komik bi meydan okumaydı onun için. masadaki kitaba bakmış, sonradan demişti ki, ulan permalı, sen kimsin be, sen kimsin de benim böyle sıkıcı, ahmak, aptalca bir kitabı okuyabileceğimi düşünüyorsun? ki, permalı da haklıydı. permalı bayağı haklıydı. yoongi kitabın yarısına gelmişti. güzel bir kitap olduğundan değil, hoş. yoongi'yi çok da sarmamıştı, dürüst olmak gerekirse. ama yoongi merak ediyordu. normal bir insan olarak neye ilgisinin olduğunu, neye olmadığını öğrenmek en büyük meraklarından biriydi, ve yoongi de, haliyle, merak ediyordu, öğrenmek istiyordu, ve öğrenmişti de. kendini denemişti. kendini denemek hoşuna da gitmişti.
bir insan gibi hissetmişti, tabiri caiz ise.
bu da onu utandırıyordu, ya, hem de ne çok. böyle bir merakı olduğu için değil, tabii ki. böyle bir merakı çok geç olduğu için. ve belki de diğer insanlar gibi olduğunu fark ettiği için. hoş, bunu kabullenmesine daha çok vardı da, belki de ufak bir ön izlenim olurdu, acı bir sürecin başlangıcına dair.
yoongi diğer sayfayı çevirirken merdivenlerin başında bir ses duydu. ilk başta çok da umurunda değildi, çünkü insanlar hep bir yerlere gidiyordu, ulan sanki iş adamısınız diyordu, nereye böyle acele acele? ama bu kişi ilk kez aşağı geliyordu, yoongi de kafasını uzatmış, tilki olsa kulakları sivrilmiş, merdivenin başına baktı.
ulan, itin evladı permalı, götünde gps mi vardı da her yerde bunu buluyordu? yoongi kitabı ne yapacağını bilemedi, bu yüzden bir anda kapattı, üzerine oturuverdi. permalı'nın onu orada otururken bulmasından daha utanç vericiydi ya, onun kitabını okumak için fare deliğine kadar gireceğini bilmesi. permalı da onu görünce kaşlarını çattı, bir an başkası da var mı diye etrafına baktı, yoongi de dizlerine sarılmış, sanki hayatının en normal günü buymuş gibi ona bakıyor.
" ne yapıyorsun sen burada? " dedi, ona bakmaya devam ederken, yoongi de omuz silkti.
" oturuyorum, görmüyor musun? "
" burada. "
" evet, başka nerede olacaktı? "
permalı kaşlarını çatmaya devam etti. yavaşça aşağı adımladı. böyle biriydi ya, genelde ne sorar, ne izin alırdı, yoongi belki de onu orada istemiyordu? ki hoş, istemiyordu, çünkü şu an onun kendisine verdiği kitabın üzerine oturuyordu ve bu hiç hoş değildi ya cidden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
troublemaker || taegi, vsuga
Fanficokulun haylaz çocuğu min yoongi dünya üzerinde ayartamayacağı hiçbir insanın olmadığını düşünüyordu. gerekirse tatlı dilini, gerekirse görünüşünü, gerekirse yeteneklerini kullanarak birçok insanı kendi peşinde köle edebilirdi. sadece bir göz kırpmay...